Türk tarımı mışıl mışıl uykuda

Dünya düşünen tarım ile geleceğe yön verirken bizde ise tarım, antik bilgi romantizmini yaşıyor. Tarımın teknoloji ve bilim yoğun geleceği özellikle yok sayılıp gelişmemiz engelleniyor. Tarım topraklarımız gibi zihinlerimiz de iklime gebe. Uyandığımızda çok geç olacak.

Tamamen laboratuvarda üretilmiş gıdalar daha sağlıklı, daha güvenli olabilir mi? Bugüne kadar üretilen tüm teknolojiler “sağlıklı yapay gıda” üretiminde kullanılabilir mi? Tarımı iklim, su ve topraktan bağımsız yapamaz mıyız? Batı, tüm bu konuların etik tarafını ve teknolojisini tartışırken biz harman yerinde toplanıp festival enflasyonu yaratıyoruz. Savaş çıkmasaydı, Ukrayna, dünya tarımının yıldızı ve merkezi olacaktı. Hindistan, tarım teknolojilerinde Silikon Vadisi’ni inşa etmek üzere. Hollanda, teknolojide yeni bir tur bindirmenin hazırlığı içerisinde. Amerika, yapay gıdaların da merkezi, jenerik markası olacak. Dünya düşünen tarım ile geleceğe yön verirken bizde tarım, antik bilgi romantizmini yaşıyor.

ANTİK TARIM PAZARLAMASI

Bizim gibi gelişmekte olan ülkeler “kadim tarım” diye ilkel tarıma yönlendiriliyor. Ata tohumlarının gen bankalarında saklanması gerekirken çeyiz sandıklarına emanet ediliyor. Yerel çeşitler, ıslahçıların genetik materyali olmaktan çıkarılıp belediyelerin dağıtım projelerine başrol yapılıyor. Yerel yönetimler, algı için tohum dağıtıyor ama neredeyse her bölgede var olan tarımsal araştırma enstitülerine destek olmayı akıl edemiyorlar. Tarımın teknoloji ve bilim yoğun geleceği özellikle yok sayılıp gelişmemiz engelleniyor. Tarım topraklarımız gibi zihinlerimiz de iklime gebe. Uyandığımızda çok geç olacak. Herkes Mars’ta tarım yaparken biz ekmek derdine düşüp eldeki bulgurdan da olacağız.

Türkiye’yi tarım konusunda uyutanlar, bilinenin aksine, yalnızca hükümetler değil. Onların etkisi sosyal medyanın aydın cehaletinden beslenen ve cehaleti körükleyen gruplarınki kadar bile değil. Tehlike en çok güvendiğimiz sözde aydınlar ve tuzu kurulardan geliyor. Hiç kimse kötü niyetli olmasa da cehenneme odun taşıyor. İklim konferanslarında ilham verenler, karbona kök söktürenler gazı en fazla kullananlar.

Aklıma Orta Çağ’ın hastalıklı düşünce yapısı geliyor.

ORTA ÇAĞ’IN İLKEL TARIMI

Orta Çağ, gücünü feodal yapıdan feodal yapı da toprak ve tarımdan alıyordu. Yüzyıllar boyu Orta Çağ tarımı ilkel yöntemlerle yapılıp halkın tarım dışında bir şeyle ilgilenmesi engellendi. Kilisenin sanatı ve bir grup soylunun desteklediği sanat da sadece belirli alanlarda gelişme gösterdi. Sanatta özgür olduğunu düşünen bazı çevreler Orta Çağ Avrupa’sının karanlık yüzünü maalesef görmezden geldiler. Savaşlar ve veba salgını nüfusun artmasını engelledi. Koca Avrupa 1450’lerde sadece 50 milyondu. Tarım teknolojilerinin önü kesilerek yoksul halkın toprağa bağlanması sağlandı. Bilimsel gelişme uzun yıllar sekteye uğradı.

Güç dengesi “kral-kilise-feodal lordlar”ın arasında bölüşüldü. Onların vizyonu ne kadarsa Avrupa o kadar oldu. Amaç, toplumu bilimden, felsefeden, mantıktan uzaklaştırmaktı; gayet de başarılı oldular. Halkı sadece tarım yaparak köylere hapsettiler. Kültür, sanat, mimari, bilim her anlamda durdu.

Avrupa birkaç yüzyılını köylerde sıradan tarımsal faaliyetlerle gelişme olmadan boşa harcadı. Medeniyet ivmesi atıl bir döneme girdi. Kitaplar basılmadı, İncil’i çok az kişi okudu. Cehalet öyle derinlere indi ki “dört gözümüz var ama siz sıradanlar ikisini görebiliyorsunuz” diyen misyonerlere, din adamlarına inanıldı. Çünkü herkes uykudaydı.

Kavimler Göçü ile şekillenen Orta Çağ Avrupa feodal düzeni, Fatih’in İstanbul’u almasıyla son buldu. Sadece İstanbul’un fethi değil elbette. Ekmeğini paylaşmayan Orta Çağ imtiyazlıları yüzünden Rönesans da yeniden doğuşun habercisi olarak Avrupa’ya aydınlık getirdi. Ardından bilim ve bilinç kıtaya refah ve gerçek bir mutluluk getirdi. Belki de bize de bu türden bir aydınlanma gerekiyor. Gıdanın paylaşım sorunu yoksulların değil, varlıklıların gıdasını paylaşamamaktan kaynaklanıyor. Yoksullara gıda üretilebilir mi diye ortaya atılan dikey tarım, susuz tarım gibi bilimsel çalışmalar hobicilik oynayan cemiyetin gençlerinin restoranlarının arkla bahçesini süslüyor. Sonuç, yoksul hâlâ aç, dikey tarıma düşük ücretli.

SOSYAL MEDYANIN ÖZGÜRLÜKÇÜ DUVARLARI

Günümüze çok benzemiyor mu? Sosyal medyada sonsuz özgürlüklere sahipmişiz gibi her şeyi söyleyebiliyoruz. Dünyanın öbür ucunda bir şey olduğunda hemen tepki verip konuyla ilgili post paylaşıyoruz. Hadi gerçekten bir şeyler yapalım denildiğinde ise kimse servetini ya da konfor alanını paylaşmak istemiyor. Son bir yılda sosyal medya fenomenleri ve yıldızların kazançları yüzde binler düzeyinde muhteşem bir ivmeyle arttı.

DUVAR – TARİH GERİ DÖNÜYOR

Dönemim ruhunu en iyi Prof. Dr. Deniz Ülkü Arıboğan’ın “Duvar – Tarih Geri Dönüyor” kitabı anlatıyor. Bir tarafta seçilmiş kral liderler, bir tarafta devletlerin teknolojik üstünlükleriyle psikolojik, zihinsel duvarların içine hapsettiği halklar. Duvardan kastı fiziksel duvar değil elbette. İroni şu ki, kendilerini dış dünyaya karşı korumak için örülen duvarlara rağmen kişilerin kendilerini çok özgür hissetmeleri. Tam da bugünü özetliyor. Sosyal medyada her şeyi yazabilmek, çığırtkanlık yapabilme, ahkam kesme, hakaret hakkı sanki sonsuz bir özgülükmüş gibi pazarlanıyor ve kişiler de çok özgür olduklarını düşünüyorlar. Halbuki düşünebildikleri ve seslerini çıkardıkları hiçbir konuda sonuca etkileri yok. Vicdan muhasebesi bir post mesafesinde, kefaretler like’larla ödeniyor.

Tüm bunları niye mi anlatıyorum? Türk tarımı uyutuluyor; bilmeden, istemeden, iyi niyetle. Ata tohumu projeleri, tohum takasçılık, tarım kadim yöntemleri gibi çeşitli projeler sanki gezegene iyilik yapıyormuşuz, insan sağlığını koruyormuşuz türünden bir algı ile pazarlanıp insanlar değişimden, dönüşümün hızından koparılmak isteniyor. Bu konuların son dönemde özellikle de gelişmekte olan ülkelerde bu kadar çok işlenmesi sizce normal mi? Gelişmiş ülkeler ata tohumlarını genetik zenginlik olarak kullanırken, biz resmen “tohum totemciliği” yapıyoruz. Hollanda örneğini vermekten yorulmadık ama bir tanemizin bile Hollanda’nın nasıl bir teknolojiyle geleceğe hazırlandığından haberi yok.

TEŞFİKLER “7 BİN YILLIK BUĞDAY BULDUK” PAZARLAMACISINA

Sözde köylü ve çiftçi severler sosyal medyada suni bir tarım gündemi ve pazarı yaratıp, gerçek tarım ve sorunlardan uzaklaştırılıyor. Yatırımlar tarım teknolojileri yerine havalı kadim tarım yöntemleri, kuru tarım gibi geleceği olmayan alanlara aktarılıyor. Dünya tarım teknolojileri, veri ve yapay gıdaya yatırım yaparken biz ata tohumu dağıtıp olmayan kaynakları boşa harcıyoruz. Kimse çıkıp doğaya, insan sağlığına dost teknoloji geliştirmekten bahsetmiyor.

Ata tohumunun genetik zenginliğini modern tekniklerle tarıma yeniden kazandırmak zorundayız. Kelimenin tam anlamıyla bugünün teknolojisinden, bilim düzeyinden geri adım atmak irtica anlamına gelir. Türkiye, tarımda irticanın eşiğinde, farkında değil. Türk tarımı teknoloji çarkının dışına savruluyor tarımın geleceğinden kopmak üzere.

Yatırımlar, teşvikler, destekler tarım teknolojilerine, gerçek çiftçiye verilmek yerine soylu çiftçilere, antik tarım pazarlamacılarına ve “7 bin yıllık buğday tohumu bulduk” diyenlere giden bir ülkede tarım mışıl mışıl uyutuluyor. Uyandığında dünya hap gıdalar üretirken biz elimizde tedavülden kalkmış gezegen toprakları ve kadim bilgilerle dosta düşmana el açacağız. Benden söylemesi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir