“Caz oyun içinde oyun oynamak gibi”

Cazdaki özgürlük ifadesinin kuralları yıkmak değil, beyni özgür bırakmak üzerine olduğuna dikkat çeken Sanat Deliorman, cazın oyun içinde oyun oynamak gibi olduğunu ama bu oyun için birlikteliğe ihtiyaç duyulduğunu ve bu oyunda kazanmayı beklememek gerektiğini vurgulayarak cazın sınırsızlığını tarif etti.

 Geçtiğimiz sene ilk albümünü yayınlasa da çok uzun yıllardır cazın sanatın içinde bir isim Sanat Deliorman. Bir yandan sanatı, cazı icra eden diğer yandan sanata, caza destek veren bir konumda. Bugüne dek hem Türkiye’de hem de yurt dışında önemli caz sahnelerinde yer alan Deliorman ile cazı, onun caza bakış açısını ve ülkemizde cazın geldiği noktayı konuştuk.

Cazı oyun içinde oyun oynamak gibi tanımlayan Sanat Deliorman, cazın özgür bir ekosistem olmakla beraber özgürlük kavramını doğru tanımlamak gerektiğine dikkat çekerek, asıl olanın yıkmak değil, zihinleri serbest bırakmak olduğunu vurguladı.

Sizde “sanat” bir aile alışkanlığı ve sanatın farklı dallarında ilişkilerinize rastlıyoruz. Peki, tüm bunlar içinde ibre sese, caza nasıl döndü?

Her şey çizimle başladı ama ibrenin sese dönüşü çok doğal bir süreç oldu diyebilirim. Ergenlik çağında sesim gerçek rengini bulmaya başlayınca, bu yeni sesle oynamaya başladım. Trablusgarp’tan gelen bir ses bu, anne tarafından geliyor. Önceleri kendim keyif aldım sesimle oynamaktan. Sonra çevremdekilerin de beni dinlemekten keyif aldığını fark ettim. Derken, bu oyun cazla buluştu çünkü caz armonisindeki asi ses kırılımları çok cezbediciydi. Oyun içinde oyun oynamak gibi oldu caz vokalistliği.

Caz için genelde “caz özgürlüktür” ifadesi kullanılır. Belirli bir lisanı olması, bu lisanı konuşabilmek için gerekli donanım gerektirmesi ve en büyük ustaların bile kendini sürekli geliştirmeye çalışma çabası bu özgürlüğü nasıl sınırsızlaştırıyor? Siz neden cazı seçtiniz ve onu nasıl tanımlıyorsunuz?

Boğaziçi’nde çeviri okuduğum yıllarda çeviri yapmak yerine kelimelerle oynayıp o metinleri diğer dilde yeniden yazmayı hep sevdim. Yani yine beynim oyun peşindeydi. O yüzden çevirmenlik değil, editörlük yaptım yıllarca. Öte yandan, lise yıllarında çok sesli okul korosunda söylemiştim. Alto olduğum için normalde sizin direkt duymadığınız gizli melodi hatlarını seslendiren ekipteydim diyelim. Bu hattı tutmak bana klasik batı müziği armonisi hakkında çok şey öğretti. Keza Boğaziçi A Cappella Caz Korosu’nda söylediğim yıllarda da (ki o zaman koro gerçekten okul korosuydu) bu kez caz armonisinin tansiyon seslerini tutuyordum. Ben de tüm bu öğrendiklerimi bahsini ettiğiniz “özgürlüğü” kullanırken değerlendirdim. Ama cazdaki özgürlük aslında kuralları yıkmaktan ziyade beyninizi özgürleştirmeye işaret ediyor. Sınırlar bu şekilde genişliyor. Yani elimizdeki kurallarla yapabileceklerimizin sınırı yok. Oyun bu şekilde devam etti. Fakat bu kez adı “doğaçlama” oldu. Hatta duyduğum vokal ya da enstrümantal doğaçlamaları taklit etmek yerine kendimce bir yol çizmek istedim hep. Öte yandan caz tek kişilik bir oyun değil. Oyun arkadaşlarınız var. Ekibiyle gerçek etkileşime girebilen vokal bu müziğin de içine girer. Bu oyunda hem dinler hem anlatır hem talep eder hem de talep kabul edersiniz. Evet, oyunun kuralları vardır yine ama bahsettiğim hamleler oyun sırasında “birlikte” atılır. Kazanan da yoktur. Kelimenin gerçek anlamıyla önemli olan oyunun kendisidir. Ve de sadece tekniğe hapsolmayıp, bir yandan müzikteki duyguyu dinleyiciye taşıyabilmektir.

Caz sadece icra ettiğiniz değil, aynı zamanda desteklediğiniz de bir alan. Açık Radyo’daki “Dünyanın Cazı” programı ile hem caz müzisyenlerini anlatıyor hem cazı konuşuyorsunuz, öğretiyorsunuz, genç vokalistlere koçluk yapıyorsunuz. Bu öğretme arzunuzu güçlü kılan ne?

Gözlem yapmayı çok seviyorum ve de bu gözlemleri paylaşmayı. Genellikle kendime saklamam. Bilgi paylaştıkça güzelleşip büyüyor. O yüzden hem radyo programlarımda dinleyicilere hem de özel derslerimde öğrencilerime normalde beklenenden daha fazlasını vermeyi seviyorum. “Insider” bilgiler, düz dedikodunun aksine, çok daha geniş kapsamlı aydınlatan, verildiği an değil sonrasında anlam kazanan, sonradan zihinlerde çiçek açan, yapıcı bilgilerdir diye düşünüyorum. O yüzden ben de bol bol tohum ekmeye bakıyorum. Tohumları ekerken de toprak size çok şey öğretiyor.

Son yıllarda ülkemizde caz cover yapan yeni isimler ve pop müzik semalarında caz yapan bilindik isimler dikkat çekiyor. Siz bunu neye bağlıyorsunuz? Sizce bu bir trend mi yoksa cazın Türkiye’deki talihsizliğini kırmaya başladığından mı söz edeceğiz?

Hem sahne üzerinde hem önünde hem de arkasında mesai yapmış biri olarak kişisel gözlemim cevabın ikisi de olmadığı. Trend değil çünkü her sanatçı bunu denemeye kalkmıyor. Bu daha ziyade bir etkileşim meselesi diye düşünüyorum. Çünkü caz müzisyenlerimiz pop sanatçılarımızla da çalışıyor ve haliyle pop ile caz camiası birbirine ilham veriyor zaman zaman. Öte yandan caz, Türkiye’de dinleyicisi az olan bir müzik türü. O yüzden bir caz konserinde Türk dinleyicinin kendini hayli yabancı hissettiği şarkıların arasına onların da bağ kurabileceği şarkıların caz cover’larını yerleştirmek dinleyici ve sahne arası paylaşımı artırmak adına yapıcı oluyor.

Bazen cazın etnik ögeler taşıması ya da etnik bir müziğin caz müziğe dönüştürülmesi dinleyici kitlesi açısından bir tür lokalizasyon sürecini beraberinde getiriyor. Bu biraz ticari bir terim elbette. İşin pazarlama kısmından uzak durup bakacak olursak da müzik evrensel bir olgudur ve her zaman temas ettiği her ögeyi vakum gibi içine çekip alır. Bu anlamda en etkileşime açık müzik türü caz diyebiliriz. Açık Radyo’daki programımın adından da anlaşılacağı gibi caz “dünyanın cazı”dır.

Geçen yıl çıkan ilk albümünüz “Aşk Kumbarası”ndaki tüm söz ve besteler size ait. Hem yazmak hem bestelemek hem de söylemek baktığınızda çok büyük bir başarı, peki ama ne kadar zorlayıcı, yani seçiciliğin sınırlarını ne kadar zorluyor?

Harika bir soru. Her tasarım sürecinde olduğu gibi şarkı yazarken de çoğaltmak ve elemek arasında bir denge tutturmak gerek. Ne kadar doğurgansanız o kadar da gaddar bir cellat olmak zorundasınız. Ya da daha olumlayarak söyleyecek olursak, o an gereksiz olanı bir kenara ayırmasını bilmek gerek. Aşk Kumbarası albümü şarkılarını yazarken çok büyük bir denge sorunu yaşadım diyemem. Birikmiş çok söz vardı ve kendiliğinden aktılar. Gerektiği yerde de sözler tükendi; cellatlık yapmaya gerek kalmadı diyelim. Ama esas acımasız elemeyi albümün stil bütünlüğünü korumak adına hangi şarkıların kayda gireceğine karar verirken yapmak gerekti. Misal “Ölmedik Daha” az kalsın albüme giremiyordu çok karanlık olduğu için. Ama iyi ki de girdi diyorum şimdi. Hatırlattığı şey bence önemli.

Çok uzun zamandır farklı şekillerde müziğin içindesiniz ama ilk albüm için 2022’yi bekledik. İkinci albüm için bir tarih var mı? Ve bir sonraki albümün kumbarasında neler biriktiriyorsunuz, nasıl bir tema olacak?

Stil bütünlüğünü korumak elbette önemli ama sürekli şarkı yazarken ve hayat bu kadar değişkenken elbette çok farklı üretimleriniz olabiliyor. Cazın dışında, arabesk de yazdığım oluyor, tango şarkıları da ya da singer-songwriter tarzında da. Hatta tekno! Ki yakın zamanda Almanya, İngiltere, Amerika ve Romanya iş birliği ile tekno bir single çıkardım. Adı “Devam Et”. Lütfen o şarkıya bir kulak verin. Çıkın dışarı takın kulaklığınızı ve yürürken dinleyin. Ne, ne zaman yayınlanır sorusuna kaçamak cevap vereyim; Instagram hesabımı lütfen takipte kalın.

Yakın zamanda duyuracağınız başka projeleriniz var mı?

Az önce de tüyosunu verdiğim gibi, beni cazın dışında da bolca göreceksiniz. Şu sıralar tango bestelerimi bir albümde toplama planım var. Ufak bir bilgi; dünyada kendi dilinde tango şarkıları yazan üç ülke var: Tabii ki Arjantin, Finlandiya ve Türkiye. Bu özgün bir durum. Ben de bu özgün repertuvara katkı yapan yeni neslin içinde yer almak istiyorum. Hatta çok yakında İstanbul Metrohan’da Türkçe tango bestelerimin de yer aldığı ve Avrupa şampiyonu iki tango dansçımızın da geceyi yöneteceği özel bir milonga akşamı gerçekleştireceğiz. Halka açık bu etkinlik için yakında sosyal medya hesaplarımızdan gerekli duyuruları yapacağız. Tango dansını bilen bilmeyen herkes davetlidir.

Sanat Deliorman ve Caz Biraderleri isimli grubunuzda ne gibi çalışmalar içindesiniz?

Biraderlerimizle tek derdimiz jam session yapmak diyebilirim. Bu proje hayatımın ayrı bir haz alanı ve en kalıcı olanı. Kimler geldi kimler geçti gruptan; her gelen biraderim, yani bro’m oldu. Ama grubumdaki piyanistim Baturay Yarkın aynı zamanda diğer müzik projelerimdeki biricik yol arkadaşımdır. Altını çizmekte fayda var.

Son olarak, sanatın her dalında varlık gösteren ve küresel sahnede önemli isimler yetiştiren ama sanat ile ilişkisi genellikle sıkıntılı, bazen kısıtlayıcı bazen yorucu ve bazen de desteksiz kalan ülkemizde sanat ve sanatı bir disiplin haline getirmek isteyenler için geleceğe yönelik nasıl bir olumlama yaparsınız?

Her ne yapıyorlarsa rota değiştirmeden onu yapmaya devam etsinler. Eleştirildikleri yönlerinin üzerine gitsinler. Ama o yönleri düzeltmek için değil, aksine kendi imzaları haline getirmek için! Özeleştiri her zaman iyidir. Ama şu da bir gerçek ki, müzik yargılayıcılıktan uzakken çok daha büyülü. Onun evrenselliğinde her oluşuma cömertçe bir yer var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir