“İhracata dayalı büyümede sürdürülebilir fiyat istikrarı gerekir”

Yaş sebze ve meyve sektörünün son yıllarda ciddi bir büyüme kaydettiğini ifade eden İstanbul Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Başkanı Melisa Tokgöz Mutlu, bu büyümenin ve ihracatın sürdürülebilir olabilmesi adına sektörün önündeki en önemli iki sorun olan fiyat istikrarı ve kesintisiz ham madde tedariki konularının çözülmesi gerektiğinin altını çizdi.

Pandemi ile Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında ciddi bir büyüme atağı yakalayan yaş sebze ve meyve sektörlerinin sürdürülebilir büyümesini ve ihracatını devam ettirmek için fiyat istikrarı ve kesintisiz ham madde tedariki sorunlarının aşılması gerektiğinin altını çizen İstanbul Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği Başkanı Melisa Tokgöz Mutlu iklim krizi, gıda enflasyonu, ürünlere konan kotalar ve daha pek çok konu üzerinden sektörün mevcut konumunu ve yapılması gerekenleri anlattı.

Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği 2023’e nasıl bir hedef ve strateji ile girmişti? Son yaşadığımız deprem felaketi bu hedeflerde ne gibi değişikliklere sebep oldu?

Yaş sebze meyve ve hububat sektörlerimiz son yıllarda güçlü bir büyüme gerçekleştiriyor. Bu büyümenin arkasında birkaç parametre bulunuyor.

Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında batının ve beraberinde diğer ülkelerin uyguladığı ambargo ile Rusya’nın tek tedarikçisi konumuna yükseldik. Bunun yanında rakiplerimiz İtalya ve İspanya gibi ülkelerde iklim krizi ile beraber yaşanan kuraklık sebebiyle azalan rekolteler Türkiye’yi önemli bir tedarik merkezi haline getirdi.

Pandemi ile beraber ise değişen tüketici alışkanlıkları sonrası ambalajlı ürünlere ciddi bir yönelim oldu. Pandemi esnasında birçok ülkede üretim durmuşken, biz pandeminin en pik yaptığı dönemde dahi hem tarlada hem de fabrikalarda çalışmaya devam ettik. Fabrikalarımız hem hijyen hem de teknolojik açıdan son derece gelişmiş olduğundan tüm dünyanın taleplerine çok hızlı ve uygun şekilde cevap verebildik. Tüm bunlar her iki sektörde de önemli bir büyüme alanı yarattı.

Şu an içinde bulunduğumuz deprem sürecine gelecek olursak, henüz depremin bizi etkilediğini söyleyemeyiz. Ancak özellikle Hatay ve Adıyaman gibi iki tarım şehrinin yaşadığı yıkımın bizi bir sonraki mahsul sürecinde neyle karşı karşıya bırakacağını bilemiyoruz. Çünkü tek yıllık ekim alanlarında çiftçilerin ekim yapıp yapmayacağı belli değil. Biz, sektörün paydaşları olarak, bölgeye en yüksek seviyede destek vermeye devam ediyoruz. Kalan mahsulü bir an evvel toplattık. Ayrıca ekipman anlamında en hızlı şekilde tedarik sağlandı. Böylece üretimi devam ettirmeye çalıştık. Diğer yandan göçün boyutunu henüz tam anlamıyla bilemiyoruz ancak giden geri dönecek ümidimiz çok yüksek. Böyle devam ederse herhangi bir sıkıntı yaşamayız.

 Sürekli artan maliyetler ve dolayısıyla fiyattaki istikrarsızlık sektör için nasıl bir tablo yaratıyor?

Pandemi sonrasında değişen tüketici alışkanlıkları ile beraber hem pazarlar hem de fiyatlar çok daha rekabetçi hale geldi. Bu rekabetçi ortamda son yıllarda tedarik anlamında önemli bir partnere dönüşen Türkiye’nin ihracatını artırma şansı çok yüksek. Örnek vermem gerekirse, benim fabrikam 7/24 üretim yapıyor ve talep her geçen gün artmaya devam ediyor. Ancak ihracatı artırmak ve tedarik merkezi haline gelmemiz için çözmemiz gereken iki konu var; fiyat istikrarı ve sürdürülebilir ham madde tedariki. Taşımacılık, enerji, istihdam tarafında artan fiyatlar, ihracatçının maliyetini artırmakta; diğer yandan pandemi ile beraber bozulan tedarik zinciri hâlâ tam bir toparlanma yaşamış değil, dolayısıyla ithalat kısmında da artan bir maliyet söz konusu. Tüm bunlar biz ihracatçıların maliyetlerini yükseltiyor. İhracata dayalı büyümede sürdürülebilir fiyat istikrarı önem arz etmektedir.

Peki, son yıllarda sürekli gündemde olan gıda enflasyonu rakamları ne kadar oynatıyor? Biz gıda enflasyonunu sürekli hane halkı üzerinden okuyoruz ama üretici ve ihracatçı tarafında ne gibi sorunlar yaşanıyor?

Ülkemizde ihracat rakamlarını oynatan en büyük problemlerden biri de gıda enflasyonu ve beraberinde gelen ihracat yasakları ile ürünlere konan kotalar.

Türkiye’de yapılan üretimin yüzde 5’i ila 10’u ihraç ediliyor. Dolayısıyla bu oranın gıda fiyatı üzerinde baskı yaratması söz konusu değil. Şu bir gerçek ki, bizim öncelikli hedefimiz halkımız, daha sonra ihracat. Ancak bizler ihracat yapamazsak, köylümüz kazanamaz, üretim yapamaz ve mutlu olmaz.

Şimdi, şunu sormak lazım: “Fiyat ne zaman artar?” Arz-talep dengesi bozulduğunda. Demek ki önce arzı sürdürülebilir hale getirmeliyiz.

Ülkemizde hangi ürünün kaç ton tüketildiğini bilirsek; köylüyü, çiftçiyi buna göre sübvanse edersek ne iç ne de dış pazarda eksik kalmayız.

Bunun yanında üretimde maliyetlerimizi artıran bir başka gerçek ise “bölünme”. Maalesef, miras bölünmesi ile çok küçük metrekarelerde üretimler gerçekleştiriyoruz. Bu da kilogram başına maliyeti artırıyor. Bu engeli aşmak için devlet, havza toplulaştırılması yapıyor ama henüz yeterli boyutta değil. Bir kooperatifçilik anlayışı ile bu maliyetlerin önüne geçmek mümkün.

Bir diğer önemli nokta ise tarladan sofraya kısmında çok büyük miktarlarda verilen fireler; tarlada kalanlar, lojistik ve stoklama kısmında yaşanan kayıplar. Özellikle lojistiğin bazı kritik ürünler için doğru şekilde ayarlanması sadece sektör için değil, gıda güvenliği arzı için de büyük önem taşıyor.

İhracata konan yasak arz sorununu bitiyor mu? Bu kararlar ihracat pazarları için ne gibi sıkıntılara sebebiyet veriyor?

Tarıma konu edilen tüm ürünler senede bir kez hasat edilen ürünler. Bu ürünleri mevsimlere yayansa seracılıktır. Sera ürünlerinin elektrik, ısıtma gibi maliyet kalemleri dikkate alındığında daha pahalı olması kadar normal bir şey yok. Diğer yandan ürünün yolculuğuna da bakmak lazım. Lojistiği, depolaması, soğutması, ambalajlanması, raflara girmesi vb. birçok unsur birer maliyet artışı anlamına geliyor. Demek istediğim, ihracat fiyatın artmasının nedeni değil.

Biz müşterilerle senelik kontratlar imzalıyoruz hem müşteri hem de biz hazırlıklarımızı buna göre yapıyoruz. Dolayısıyla teslim günü geldiğinde “kotam yok, gönderemiyorum” demek, müşterinin sizle alışverişini kesmesi adına büyük bir neden. Diğer yandan karşı tarafı mali açıdan da zor durumda bırakıyorsunuz. Sene başında 1 liraya alacağı ürünü, son anda eksiye düştüğünden daha yüksek fiyata almak zorunda kalacaktır. Şu an bazı firmalar belirli ürün gruplarında pazarlarını kaybetmemek için yurt dışında üretim yaptırtıp, tedarik ettiriyor Oysaki, burada ham maddemiz var ve buna yazık ediyoruz.

Sektörün büyümesi için aşılması gereken diğer engeller neler?

Sektörün büyümesinin önündeki en önemli engellerden biri ilaç kalıntısı; özellikle yaş sebze meyve tarafında kısıtlayıcı oluyor. Doğru ilacın doğru şekilde kullanılması için çiftçinin eğitilmesi ve tüm sürecin bir denetim mekanizmasına tabi tutulması lazım.

Diğer bir sorun da Türkiye’nin geneline sirayet eden kurumsallaşamama ve veri oluşturamama durumu. Geleceğe yönelik bir veri sistemi ihtiyaç tespitinin doğru yapılması, ürünün mevsimselliği, iklim krizi karşısında ürünü kaybetmeme, buna göre Ar-Ge geliştirme gibi birçok konunun başarıyla hayata geçmesini sağlar. Bu uzun soluklu bir iş ama başarabilirsek, daha fazla verimlilik ve kâr, daha az zaman ve emek maliyeti yaratırız.

Türkiye’de üretim yıldan yıla düşüyor. Bunun nedenlerini tartışmak ve somut adımlar atmak lazım. Kaldı ki, bu sorunların bir kısmı çok bariz. Bunların başında her geçen gün kendini çok daha şiddetli şekilde hissettiren ve şu an durdurulması üst düzey uluslararası müdahaleler gerektiren iklim krizi geliyor. Hava olaylarında yaşanan değişim ve öngörülemeyen durumlar üretim aşamasında kayıplar yaşanmasına neden oluyor ve iklimdeki değişikliklerin hızı, ürünün üretim yerini kaybetmesi anlamını da taşıyor çünkü her ürün belirli hava koşullarında yetişir.

Ülkemizde tarımla uğraşanların yaş ortalaması arttı. Bu nüfusun acilen gençleştirilmesi gerekiyor. Teknolojiyi, yapay zekayı, iklimsel değişiklikleri, mühendisliği, toprağı, bitkiyi aynı anda ele almak, yani multidisipliner bir tarımcılık sektörü yaratmak için gençleri içeriye dahil etmeye ve mevcut kesimde de farkındalık yaratmaya ihtiyacımız var.

Dünyada tarımın önemi her geçen gün artıyor. Bir tarım ülkesi olarak bunu en doğru şekilde değerlendirmek bir lüks değil. Çin, Orta Afrika çölünü bir tarım alanına dönüştürdü. Dubai’de çölün ortasında tarım yapılıyor. Amerika uzayda tarımın yolunu yapmaya başladı. Tüm bu örnekler tarımın, gıdanın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Yapmamız gereken basit; doğru politikaları ve doğru destekleri hayata geçirmek.

İklim krizi ile tarıma yön veren teknolojiler sıkça konuşulmaya başlandı. Ülkemizde bu alanda çalışmalar var mı, Ar-Ge altyapımız yeterince güçlü mü?

Bizim güçlü bir Ar-Ge altyapımız var. Geleceğe yönelik önemli araştırmalar yapılıyor ama asıl önemli olan bunu tabana yaymak.

Türkiye için yapılabilecek en önemli araştırmanın daha az su isteyen tohumlar üzerine olması gerektiğini düşünüyorum. Bu noktada melezler oluşturmalıyız. Genetik bilimi son yıllarda çok ilerledi. Doğru genleri bir araya getirerek, daha verimli, daha sağlıklı ve uzun ömürlü meyve sebzeleri oluşturmamız söz konusu olabilir. Diğer yandan tarımın en fazla eleştirilebileceği su tüketimi konusunda doğru türlerin yaratılması çok önemli. Çünkü bugün dünyanın baş başa kaldığı en ciddi sorunlardan biri de su krizi. Bu noktada şunun da altını çizmek isterim; Türkiye olarak önceliğimiz vahşi sulamanın önüne geçmek olmalı.

Sektör yeterince ihracat pazarına sahip mi?

Ana ihracat pazarlarımızı Avrupa ve Rusya oluşturuyor ama uzak pazarlara da girmek istiyoruz. Özellikle Amerika ve Uzak Doğu bizim için önemli pazarlar. Diğer yandan Orta Doğu da üzerinde durduğumuz bir başka pazar. 3,5 saatlik bir uçak yolculuğu ile 1,5 milyar insana ulaşabiliyoruz. Bunu avantaja çevirmeliyiz. Mamul tarafında ise girmediğimiz pazar yok. Ancak bu noktada önemli olan kendi markalarımız ve katma değeri yüksek ürünlerimizle pazara girebilmek. Meyve suyu konsantresi değil, meyve suyunun kendisini satmamız lazım.

Birliğin yıl sonu hedefleri neler?

Yeni pazarlar oluşturmanın en doğru yönetimi gıdayı tattırmaktır.

Daha fazla alım ve ticaret heyetleri, fuarlar ve tadım etkinlikleri yapmak en büyük hedefimiz ve bunu sadece ürün olarak değil, gastronomik olarak da ortaya koymaya çalışıyoruz. Ürün bazlı hareket, katma değeri ve markalaşmayı kaybettiriyor. Ürünlerimizi Türk mutfağı çatısı altında dünya ağız tadına uygun hale getirip satarsak sürdürülebilir bir katma değer yaratırız. En büyük hayalim gittiğimiz fuarlarda fuar bağımsız bir restoran açmak.

“Kadın-Erkek Ayrımına İnanan Biri Değilim”

Yönetim kademesinde en fazla kadın istihdam eden birliklerin başında geliyoruz. Ve hedefimiz bu sayıyı daha da artırarak, kadının detaycı bakış açısını ve katma değerli yaklaşımlarını somutlaştırıp sektörün daha ileriye gitmesine zemin hazırlamak. Bunun arkasındaki dayanağımız ise eşitlikçi, iş birlikçi ve çeşitli bir yapının sağladığı verimlilik, getirdiği düzen ve oluşturacağı motivasyon. Ben, kadın-erkek ayrımına inanan biri değilim. Önemli olan farklı perspektifler sağlayabilmek. TİM Kadın Komisyonu olarak, TSE ile beraber “girişimci kadın” standartlarını oluşturduk. Bu noktada birkaç projemiz olacak ancak henüz olgunlaşmadığından bir şey söylemek istemiyorum. Amacımız, kadın ihracatçıyı desteklemek ve ihracatçının katma değerini artırmak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir