Karşımızdaki en büyük tehdit ve sevinemeyeceğimiz rekorlar

Bilim insanlarının “insanlığın ve ekosistemin ölüm emri” kadar çarpıcı ifadelerle tanımladığı küresel ısınma ve iklim değişikliğini 1980’lerden bu yana net bir şekilde biliyor ve yaşıyorken, o günden bugüne ne yapabildiğimizi sorgulamalı ve bundan ders çıkartmalıyız.

Fütürizmle ilgili eğitimlerim, konuşmalarım ve yazılarımda, bir fütürist gibi düşünmeyi, gelecek farkındalığı ve gelecek okuryazarlığı başlıklarını her seviyede konunun içinde tutmayı hedeflerim. 

Doğaldır ki katılımcılar, dinleyiciler, okuyucular gelecekte bizleri nelerin beklediğini merak ediyorlar ve bu beklenti içinde gelecekteki gelişmelerin daha çok olumsuz yönleri ilgi çeker: Robotlar insanların işlerini alacak mı; yapay zeka insanlığa zarar verebilir mi; çocuklarımızın, torunlarımızın yaşayacağı toplum ne kadar kötü olacak; insanlar sanal gözlüklerini takıp artık kendi dünyalarında mı yaşayacak…?

Ben de bu soruların cevaplarına bakarken, olumlu geleceği kurgulayabilmek için asıl belirleyiciyi bugün bizlerin neler yaptığı ve yapması gerektiği çerçevesinden paylaşmaya çalışır ve öncelikle bir fütürist gibi düşünme pratiği ile işe başlarım. Ancak bugün karşımızda bambaşka bir sorun duruyor. Bugün insanlığın karşısında duran küresel ısınma ve iklim değişikliği gerçeğine bir kez daha en çarpıcı şekliyle dikkatinizi çekmek istiyorum. Son birkaç yıldır yaşadığımız hava olaylarını birkaç dakikalığına bir kenara bırakalım ve bugüne bakalım.

3 Temmuz tarihinde gezegenin bugüne dek kaydedilmiş en sıcak günü rekoru kırıldı; 17.01 °C! Sadece bir gün sonra, 4 Temmuz’da17.18 °C ile yeni rekor geldi ve 6 Temmuz’da 17.23 °C ile bir rekor daha kırıldı. Ağustos 2016 rekoru 16.92 °C idi. Rekorların kırıldığı günlerde, Çin’in orta bölgelerinde 35 °C, Kuzey Afrika’da 50 °C görüldü. Güney Kutbu’nda (bu aylar kış aylarıdır) daha sıcak hissedilen güneşin, buzulların erimesini hızlandırdığı ölçüldü, tamamı donmuş bir alan olan Arjantin Adaları yeni Temmuz ayı rekorunu 8.7 °C ile tazeledi. Genelde kış aylarında buzlanmanın artması beklenirken bu yıl bu artış gözlemlenemedi. Antarktika’da kış mevsimi buzul alanı 1891-2010 ortalamasından yaklaşık 1.600.000 kilometrekare daha azaldı. Antarktika buzullarının, Arktika buzullarına göre daha dayanıklı olmasının beklendiği ortamda, okyanus seviyesinin küresel hava hareketlerinden yiyecek ve gıda teorik sistemlerine kadar hemen her şeyi etkilediği düşünülürse, bu gelişmeler hepimizi ciddi şekilde endişelendirmeli.

Antartika’daki Thwaites, bilindiği ismiyle Kıyamet Buzulu, 170 bin kilometrekarelik bir alana yayılır ve görece ince bir buz katmanı ile deniz seviyesinin yükselmesine engel bir tampon görevi görür. Buzulu dipden incelemek için uzaktan kumandalı bir torpido robotu gönderen bilim insanları gördükleri karşısında dehşete kapıldılar. Bu buz katmanı üzerinde çatlaklar oluşmaya başlamıştı. Bu katmanın kırılması halinde deniz seviyesinin yaklaşık 70 santimden fazla yükselmesi ve bunun da tüm dünyada deniz kıyısındaki yaşam alanları için ciddi bir tehdit oluşturması kaçınılmaz olur.

Viyana merkezli Uluslararası Enerji Ajansı 2022’de yaptığı açıklamada, Avustralya ikliminin, son 20 yılda yıllık ortalama küresel artışın yüzde 35 üzerinde olan yıllık 0,042 derecelik bir oranda ısındığını söyledi. Teksas ve güney ABD topaklarında ölümcül sıcaklık dalgaları yaşanırken, Meksika’da Mart’tan bu yana 112 kişi kavurucu sıcaktan öldü. Antalya’da son 92 yılın en sıcak Ocak ayı yaşandı ve sıcaklık 19.1 °C ile rekor kırdı. Ekim 2022 ayı ölçümlerinde Erzurum ile Antalya illeri arasındaki sıcaklık farkı 50 °C olarak kaydedildi.

Dünyada bu ısınma rekorları kırılırken sıcaklık dalgaları, fırtınalar, hortumlar, orman yangınları, seller, tarlada yanıp kalan ürünler de aynı nedenlerden gündemimizde. Bilim insanları bunlara “insanlığın ve ekosistemin ölüm emri” kadar çarpıcı ifadeler kullanıyorlar ve bu sıcaklık rekorlarının, artan emisyon ve sera gazlarının, El Nino’nun kavurucu etkisinin de devreye girmesiyle, yeni rekorların habercileri olduklarına eminler.

Yaklaşık 10 yıl öncesinde Avusturalya ormanları, Kaliforniya yangınları, Japonya depremleri, Atlantik Okyanusu fırtınaları ve hortumları örneklerini görürken, artık ülkemizde de çok çarpıcı örneklerle karşılaşıyoruz. Beklenmedik fırtınaları Akdeniz ve Ege sahillerinde görürken, sağanak yağmur, su baskını ve selleri iç Anadolu, Marmara ve Karadeniz bölgelerinde sıkça yaşıyoruz. İçinde olduğumuz yaz aylarında Ege, Akdeniz ve Marmara Bölgelerinde kapsamlı yangınların başladığını her an duyabileceğiz.

NASA’ya göre, sera gazı emisyonları nedeniyle dünyanın ortalama sıcaklık yüzeyindeki artışı tanımlayan “küresel ısınma” teriminin, 1975 yılında ilk defa Columbia Üniversitesi jeokimyacısı Wallace Broecker tarafından kullanıldığına inanılıyor. Dünyanın ikliminde uzun vadeli bir değişikliği tanımlayan iklim değişikliği, birkaç yıl sonra 1979’da Ulusal Bilim Akademisi’nin karbondioksit üzerine yaptığı bir çalışmada ortaya çıktı. 1980’lerin başları küresel sıcaklıklarda keskin bir artışa işaret etti. Birçok uzman, küresel ısınmayı gündeme getiren 1988 yılına kritik bir dönüm noktası olarak işaret ediyor. 1988 yazı, o zamana dek kaydedilen en sıcak yaz oldu. Bugün yaşadığımız ve yaşamaya devam edeceğimiz küresel ısınmayı bu yıllardan beri daha net biliyor ve yaşıyorken, o günden bugüne ne yapabildiğimizi sorgulamalı ve bundan ders çıkartmalıyız.

 EKOSİSTEM GERİ DÖNÜLEMEZ HALE GELEBİLİR

Bunun cevabını ararken, yaklaşık 40 yıl önceden başlayarak toplumların duyarsızlığı, iş dünyasının umursamazlığı, hatta gerçekleri yalanlamaları ve gizlemeleri ile birlikte 2020’lere, 2030’lara yansıyacak ve belki de bugünlerde bu fırtınaları, selleri, orman yangınları ya da benzeri felaketleri yaşamayacağımız günlerin temelini atabilme fırsatını kaçırmış olduğumuzu görüyoruz. Başka bir deyişle, yine benzer umursamazlık, duyarsızlık ile davrandığımızda ve küresel ısınma karşısında hâlâ harekete geçmediğimizde 2050’ler ve sonrası için daha büyük felaketlerin altyapısını hazırlıyoruz. Ekosistemi çok daha derin, kapsamlı ve geri dönülemez bir iklim krizi ile baş başa bırakıyoruz. Bunun farkında mıyız?

 1995 yılından bu yana Birleşmiş Milletler, İklim Değişikliği Konvansiyonu altında tüm temsil edilen hükümetlerin üst seviyede katılması, küresel ısınma ve iklim değişikliği ile ilgili harekete geçilmesi adına ortak kararlar alınması hedefiyle COP toplantıları düzenleniyor. Sonuncusu 2022 yılında Mısır’da yapılan COP 27, daha öncekilerde olduğu gibi, planlanan ve beklenenden uzak bir noktada, birçok üye ülkenin iklim değişikliği konusuna olan bakış ve ciddiyetlerinin sorgulandığı bir toplantı olmaktan ileri gidemedi.

 COP 28, Kasım 2023’te Dubai’de olacak. Burada yine hükümetler hedeflere nasıl ulaşacaklarını, hangi politikaları uygulayacaklarını konuşacaklar; akademisyenler araştırmalarını derinleştirecek kesin, kalıcı ve yararlı çözümler üretmeye; sivil toplum kuruluşları toplumun farkındalığını artırmaya çalışacak ve iklim aktivistleri daha da ileri seviyede harekete geçecekler.

Peki siz ne yapıyorsunuz?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir