Sorumlu yönetim anlayışı, işletmelerin iş süreçlerinde iş etiğini ve değerlerini dikkate alarak sürdürülebilir bir etki yaratmayı kabul etme taahhüdüdür. Bu yönetim anlayışı sürdürülebilirliği, sorumluluğu ve iş etiğini yönetim uygulamalarına entegrasyonu hedefler.
Dünya, Çevre ve Kalkınma Komisyonunca (1987) “Ortak Geleceğimiz” başlıklı raporun yayımlanmasından bu yana, işletmeler iyi birer kurumsal vatandaş olduklarını göstermek için strateji ve politikalarını belirlerlerken sürdürülebilir kalkınma hedeflerini odaklarına almaktadır. Uzun yıllardır, ülkemizde ve dünya genelinde başarılı sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirildi, gerçekleştiriliyor. Fakat, her geçen gün giderek daha fazla belirsiz, karmaşık, değişken bir hal alan iş dünyasında, işletmeler için hem kurumsal sosyal sorumluluk projelerini başarıyla sürdürmek hem de finansal açıdan performanslarını artırabilmek kolay olmamakta.
Hatırlanacak olursa, Volkswagen Grup 2015 yılında yayınladığı kurumsal raporunda* çok sayıda projeyle sanata ve kültüre, eğitime, bilime, sağlığa ve spora destek verdiğini; diğer sorumlu girişimlerinin bölgesel kalkınma ve doğanın korunmasına yönelik olduğunu beyan ederken, aynı yılın eylül ayının ikinci haftasında dünya genelinde tüm basın organları, Volkswagen Grup tarafından yapıldığı tespit edilen ve “büyük bir skandal” olarak nitelendirilen hileli yazılım olayını duyurdular. Volkswagen firmasının Amerikan pazarında daha fazla yer edinmek için uyguladığı bu etik dışı davranış yalnızca çevreye duyarlı toplum tarafından kınanmakla kalmayıp, yasal olarak da cezai yaptırımlarla karşı karşıya kaldı. Kısaca, sorulması gereken esas soru şudur: İşletmelerin sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirmeleri, etik kod ve ilkelerini web sayfalarında paylaşmaları onların gerçek anlamda sorumlu yönetim anlayışına sahip olduklarını göstermekte midir?
Otuz yılı aşkın süredir işletmelerin tek amacının hissedarları için en yüksek getiriyi sağlamak olduğunu savunan Milton Friedman’ın bakış açısı yerini Carroll (1991) tarafından modellenmiş işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk (CSR) ve John Elkington tarafından 1999 yılında literatüre ve iş uygulamalarına kazandırılmış olan “Triple Bottom Line” (TBL) anlayışına bırakmıştır.
Carroll ’un Kurumsal Sosyal Sorumluluk Piramidin ’de birbirini takip eden dört basamak bulunmaktadır: Bunlar sırasıyla ekonomik, yasal, etik ve gönüllü sorumluluktur. Carroll ‘un piramidinin alt iki basamağında ekonomik ve yasal sorumluluklar yer alır. Ekonomik sorumluluk, Milton Friedman’ın öne sürdüğü hissedarlar ve işletme sahiplerine karşı olan sorumluluktur. Yasal sorumluluklar ise, toplumun hukuki alt yapısıyla uyumlu yönetmelikler ve kurallara uygun şekilde, denetim mekanizmaları yardımıyla insan kaynağına, topluma ve çevreye karşı sorumlulukların yerine getirilmesidir. Günümüzde işletmelerden karlılığının ötesinde topluma karşı sosyal yükümlülüklerini yerine getirmeleri beklenmektedir. Topluma yönelik bu sosyal yükümlülükler hem toplumun refahını ekonomik ve sosyal olarak arttırmakta hem de ekolojik sorunları önlemeye dair uygulamaları içermektedir. Piramidin üçüncü basamağı etik sorumluluklar ve dördüncü basamağı ise gönüllü sorumluluk davranışlarının yer aldığı aşamadır. Diğer bir ifadeyle, işletmelerin ticari faaliyetlerini yerine getirirken gönüllülük içinde topluma ve çevreye faydalı politika ve uygulamalar geliştirmeleri, faaliyetlerinin toplum ve çevreye zarar vermeyecek şekilde planlanmasıdır.
John Elkington’ un (1999) “Triple Bottom Line” bakış açısı, işletmelerin sadece finansal katma değer ile sınırlı kalmayıp sosyal ve ekolojik dengeyi gözetmelerini hedefler. Bu yönetim konsepti “Üç P” yi kapsar: kâr, (Profit), insanlar (People) ve gezegen (Planet). Özetle, Carroll’un (1991) Kurumsal Sosyal Sorumluluk (CSR) ve Elkington ‘ın (1999) “Triple Bottom Line” anlayışı sorumlu yönetim perspektifinin temellerini oluşturur.
Sorumlu yönetim anlayışı, işletmelerin iş süreçlerinde iş etiğini ve değerlerini dikkate alarak sürdürülebilir bir etki yaratmayı kabul etme taahhüdüdür. Bu yönetim anlayışı sürdürülebilirliği, sorumluluğu ve iş etiğini yönetim uygulamalarına entegrasyonu hedefler. Günümüzde sorumlu yönetimin değerini anlayan işletmeler sayıca hiç de az değildir. Son yıllarda işletmelerin ekonomik faaliyetlerinin yanısıra sürdürülebilir kalkınma hedefleri (SDG) kapsamında ve etik kodları temelinde toplumun refahını iyileştirmeye hizmet ettikleri görülmektedir.
Karlılığın kimi zaman amaca hizmet eden bir araç olmaktan ziyade ana amaç olarak ele alınabildiği kapitalist düzende, Elkington’un yaklaşımını benimsemek bazıları için fazla idealist gelebilse de, sorumlu işletmeler dünya geleceği için birer umuttur. Nitekim, Forbes Dergisi’nin “Setting The Right Sustainability Goals” başlıklı haberine göre, sürdürülebilirlik kapsamında bir araya gelen 181 CEO’nun verdikleri ortak demeçte, 21. yüzyılda işletmelerin tüm paydaşlar için uzun vadeli değer yaratmaya odaklanmaları gerektiğinin ve sürdürülebilirlik adına bu odağın kritik öneminin altı çizilmiştir. Eylemlerin sonuçlarının yıllık kar marjlarının çok ötesine uzanması ve daha geniş toplumsal ve ekolojik sonuçları kapsaması nedeniyle, sorumlu yönetim anlayışını benimseyen işletmeler yalnızca yürüttükleri sosyal sorumluluk projeleriyle toplum refahına katkı sağlamakla kalmaz pazardaki konumlarını da iyileştirirler.
Akademik çalışmalar genel olarak incelendiğinde göze çarpan ilk hususlar;
(1) Sorumlu yönetim anlayışını misyon edinmiş işletmelerde çalışanların kuruma bağlılıklarının arttığı,
(2) Rekabet ettikleri pazarda satış fiyatı aynı olduğu koşulda sorumlu işletmelerin ürün ve hizmetlerinin tüketici tarafından daha fazla tercih edildiği,
(3) Rakipleriyle kıyaslandığında sorumlu işletmelerin ürünlerinin daha kaliteli olarak algılandığı,
(4) Büyük ölçekli işletmelerin kurumsal sosyal sorumluluk faaliyetlerinin orta ve uzun vadede finansal çıktılarını da olumlu yönde etkilediği görülmektedir.
Fakat, önceki satırlarda da ifade ettiğim gibi sorumlu yönetimi sağlayabilmek hiç de kolay değildir. Forbes’da 2023 yılında yayımlanan “Addressing Ethical Challenges: Social Responsibility Versus Profitability In Business” başlıklı yazıdan da anlaşılabildiği gibi, işletmelerin sorumlu yönetimi sürdürmede başarılı olmaları; bu felsefenin sahiplenilmesine, içselleştirilmesine ve iş süreçlerine tutarlılıkla aktarılmasına bağlıdır.
Thomas Jefferson’un “Özgürlüğün bedeli, ebedi olarak tetikte ve uyanık olmaktır” sözünü, sorumlu yönetim anlayışı kapsamında değerlendirecek olduğumda, sorumlu yönetimin organik bir süreç olmadığını ve üst yönetimin önderliğinde adanmışlık içinde kararlılık ve tutarlılık gerektirdiğini söylemek isterim. Bundan sonraki birkaç yazımda sorumlu yönetim bileşenleri üzerine değiniyor olacağım.