Yeni yıl geldi, yine umutlarla, güzel dileklerle başladık. Ben umuda inananlardanım, sonuna kadar… Realist bir ümitvarım tabii ki. Toplumu yakından ilgilendiren ekonomi, yüksek enflasyon, gelir eşitsizliğini göz ardı edemeyiz. Ekonomideki türbülansın toplumu etkilediğine tanık oluyorum. Çünkü İstanbul’u çok seven ve farklı semtlerinde dolaşmayı, gözlem yapmayı önemseyen bir haberciyim. Ve bu gözlemlerimi Sosyolog Dr. Amir A. Fekri ile konuşmak istedim…
Seda Akbay: Hocam, son zamanlarda Türk toplumuna hiç yakışmayan haberleri okuyoruz. Aileler dağılıyor. Birbiri ardına skandal olaylar gelişiyor. Toplumdaki bu olayları neye bağlıyorsunuz?
DR. FEKRİ:
Her şeyden önce “Toplum” kavramını konuşmalıyız… Biz gerçekten toplum muyuz? Batı literatürü içerisinde kapitalizmin yükseldiği dönemlerde oluşturulan toplum ve o toplum içerisindeki kurumlar bile incelemeye alınıyor. Çünkü batıda, “Kurumlar sosyolojisi” diye bir kavram da var. Eğer biz toplum olacaksak bunun bir öznesi olacaktır. Batıda bu özne, her ne kadar “Ücretli köle” haline dönüşse de insandır.
Peki Türkiye’de neler oluyor? Kurumlarımız, güçler ayrılığı kavramlar yeterince işlemediğini görüyoruz. Bazı kurumlarımız davalık konulara gebeyse bu kurumlar batıda çalıştığı gibi çalışmıyor demektir…
“TOPLUMUN BİREYLERİ KURUMLARIN DENETİM MEKANİZMASIDIR”
Toplumun öznesi “İnsan” olan birey tam olarak neler yapması gerektiğini bilmiyor. Eğer bireyler kendisini özne olarak görüp gerekeni yaparlarsa çok sağlam bir denetim mekanizması oluşur. Eğer toplumdaki kişiler bu iradelerinden feragat edip “Ben gerekeni yapmayayım biri yapar” ya da bu iradeyi başka birine devrederse, kontrol etmezse sistem de kontrol etme yeteneğini kaybeder!
“İNSAN ÖZNE İSE DEĞERLİDİR, NESNE İSE FİYATI VARDIR!”
Seda Akbay: Biz Türk halkı olarak çok büyük hadiselerin üstesinden geldik tarih boyunca. Ekonomideki zorluklar toplumsal gücümüze zarar veriyor mu?
DR.FEKRİ: Ben her zaman “Türkiye’yi hiçbir zaman Ortadoğu toplulukları içerisinde değerlendirmeyin” derim. Türkiye’de toplumlaşma süreci Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlamış ve 1900’lü yıllarda gerçekleşmiştir. İnsanlar Avrupa’ya paralel zamanlarda bireyleşmeye başlamışlar. 2000’lere geldiğimizde ise toplumsallaşmaktan vazgeçip insanı özne yapmaktan vazgeçip toplumlaşmaya gidiliyor ve maalesef artık bugün Türkiye’deki olaylara baktığımızda “Sosyal travmalar” öne çıkıyor. Burada konu yine kurumlara geliyor. Ya eğitim kurumu doğru çalışmıyor, ya din kurumu doğru çalışmıyor, sağlık kurumu ya da aile kurumu doğru çalışmıyor.
Kurumlar yıllar içerisinde neden gerileme gösterir?
İnsan birey olmaktan, özne olmaktan çıkarsa gerileme başlar… İnsanlar özne ise değerlidir, nesne ise fiyatı vardır. Çünkü her nesnenin fiyatı vardır! Eğer insan özne olmayı kaybederse bir fiyata bağlanır. Ve 2 bin TL sizin için çok önemli olur. İki faturayı ödemek anlamına gelecek. O 2 bin TL’yi kim size verirse “Ekonomik koşulları daha iyi” diye oraya gidersiniz. “Para” karar verici olmaya başlar…
Gerçek bir toplumda, internete bakarak ilaç kullanılmaz. Doktorunuzun reçete ettiği ilacı kullanırsınız. Herkes doktor, herkes ekonomist olmuş. Bütün bu yaşananlar “Toplumdan çok topluluk olma” riskini taşır.
“TEMEL EĞİTİM EN ÖNEMLİ SORUN”
Bir sosyolog olarak birçok programı takip ediyorum. Müge Anlı’nın programı da onlardan biri. Oradaki konulara ve konuklara baktığımda Anayasal düzen içerisinde insanların temel eğitimden yoksun olduğunu tespit ediyorum.
EKONOMİDEKİ “YOKSULLUK SINIRI” KAVRAMI SOSYOLOJİK OLARAK YANLIŞ
Bireyin değerli olduğu anlayıştan gün geçtikçe uzaklaşıyoruz. Ekonomide açıklanan bir veri var: Yoksulluk sınırı. İnsan böyle bir şey mi? İnsanın yaşam alanı sayısal sınırlardan çok ötedir. İnsanı bu çizgilerle insan yerine koymaya çalışıyorsanız siz onları nesneleştiriyorsunuz, “şey”leştiriyorsunuz demektir. O zaman da insanlar kendisini nesne olarak beller ve hayatını o parasal sınırlara endeksler. Ve parasal hedeflerle “suç” kavramı çalışmaya başlar.
Peki çözüm nedir?
Eğer toplum yaşadığı erozyonu farkederse, kullandığımız dilden başlayarak yani kısa kısa cümleler ile anlatmak yerine düşünerek konuşursak, dogmalardan kurtulursak, geleceğe ve dönüşüme odaklanırsak aydınlık oradadır. Türkiye zaten aydınlık bir ülke…
Röportaj : Seda Akbay