“Ben Bir Türkiye Gönüllüsüyüm”

Kendisini bir Türkiye gönüllüsü olarak tanımlayan Monik İpekel, toplumsal hayatın dengelenmesinde ve barışçıl bir ruh hali kazanılmasında önceliğin eğitimden geçtiği bilinci ile toplumun her kesimine STK’lar üzerinden eğitimler veriyor. Çünkü çok sevdiği bu ülkenin insanlarının daha mutlu ve refah olmayı hak ettiğine inanıyor.

STK’cılığı hayatının bir parçası haline getiren Monik İpekel ile sivil toplumu, kendisinin çabalarını ve çözüm yollarını konuştuk.

Türkiye’yi köy köy gezmiş; Türkiye’nin farklı bölgelerinde evlere misafir olmuş; toprakla, evle uğraşan kadınları görmüş; onların ve çocukların isteklerini dinlemiş, ihtiyaçlarını yerinde tespit etmiş Monik İpekel. Durmadan gezmeye ve insanların sorunlarına çözüm olamaya devam ediyor. Ve pek çoklarına yorucu gelebilecek bu süreci “yaşam biçimi” olarak tanımlıyor.

Senelerdir onlarca dernek üzerinden insanlara dokunan İpekel, bu işin zor yanları olduğunu da belirtiyor; STK’ların dağınık yapısı ve egolar ile koltuk sevdasının bazen ağır basması gibi. Ancak o hep işin olumlu tarafına odaklanıp, çözümün tıkandığı noktada yeni yollar oluşturmayı bilmiş. Koltuk sevdasının başladığı yerde gençlerin kapısını çalmış. “Benim tecrübem ile gençliğin açık görüşlülüğünü, dinamizmini, sosyal bakışını bir araya getiriyorum” diyen İpekel, bu noktada diğer STK’lara da örnek olmayı umut ediyor.

Şu an aktif olarak hangi derneklerde görev alıyorsunuz? Tüm bu kuruluşların sizin için ortak paydasını nasıl tarif edersiniz?

Çaba, Parıltı, Gülmek İyileştirir, KOÇAD, Uluslararası Kadın Dayanışma Derneği, Görmeyen Çocuklara Destek Derneği ve Otizm Dernekleri Federasyonu’nda aktif olarak yer alıyorum. Bunun yanında dahil olduğum platformlar da var. Tüm bu dernek ve platformlarda kadınların, çocukların ve gençlerin sorunlarına farklı yerlerden dokunarak destek olmaya çalışıyoruz. Çalıştığım bu kurumlarda ve yaptığım işlerde benim için önemli olan yol alabilmek ve bir yere varabilmek. Bu sebeple aktif olduğum dernekler benim için sonuç oluşturabilenler. Ben bu derneklerde hem aktif oluyorum hem yardım ediyorum hem de onları bir araya getirmeye çalışıyorum.

Peki, tüm bu kurumların hepsine nasıl yetişiyorsunuz?

Sivil toplum benim hayatımın bir parçası. Bir seçim yapmam gerekiyordu; ya iş hayatını ve güçlü bir kadın imajını seçecektim ya da memleketime faydalı bir birey olmaya çalışacaktım. Ben ikincisini seçtim ve Türkiye gönüllüsü oldum.

Sivil toplum ve toplumsal fayda benim için bir hayat formasyonu. Topluma değer kattıkça motivasyonum yükseliyor ve bu motivasyon sürekli daha fazlasına ulaşma azmi sağlıyor.

Projeleri derneklere göre mi yapıyorsunuz yoksa bu proje bu derneğe yakışır mı diyorsunuz?

Ben öncelikle genel ihtiyacı gözetiyorum ve genellikle eğitim dengeli projelere yoğunlaşıyorum çünkü eğitim toplumun her kesimi ve her alan için çıkış noktası. Aynı zamanda sürekli altını çizdiğimiz toplumsal cinsiyet eşitliğine giden yolun başlangıcının da burası olduğunu düşünüyorum.

Eğitim projelerimiz ile kadının, erkeğin ve çocukların hem kendileri için hem de toplumsal açıdan bilinçlenmelerini ve farkındalık yakalamalarını sağlamaya çalışıyoruz.

Örneğin, Liv Hospital’ın çatısı altında yaptığımız projelerde kadınları eğitirken hastalıklarına ve bakımlarına nasıl destek olunabilir kısmını irdeliyoruz. Elbette bağış yollu çalışmalarımız da oluyor.

Siz özel sektör ile gerçekleştirdiğiniz projelerin yanında devlet güdümlü projeler de hayata geçirdiniz. Devletin işin içinde olması, ne gibi artılar ve görünürlük sağlıyor? Ayrıca devletin yeteri kadar sosyal sorumluluk projelerinin içinde yer aldığını düşünüyor musunuz, devlet ne yaparsa STK’cılık daha fazla gelişir?

STK’cılık genel itibarıyla, devletin prosedürel olarak yapamadığı ya da zamansal açıdan yetişemediği durumlarda yetkili kurumların devreye girip işleri yürütmesi demek. Bu, dünyada da böyledir. Devletin yanınızda olması olaya ciddiyet kazandırır ve kurumlar nezdinde daha fazla dikkate alınmanızı sağlar. Devletin varlığı bir kalkandır. Fakat devlet yeterince STK’nın yanında mı, sorusunun cevabı çok zor. Elbette benim gönlümden geçen daha fazla görünür olması, biraz daha garantör bir tavır takınması. STK Türkiye demek, ülke gerçekleri demek. Her kesimden pek çok farklı talep geliyor STK’lara ve bu talepler şüphesiz ki kamu tarafında da görünür olmalı.

Ancak yine de devlete bu noktada bir sitemim olamaz çünkü ben devletle de çalıştım ve ne kadar fazla mücadele ettiklerini, destek vermeye çalıştıklarını biliyorum. Ancak şu yapılabilir; devlet destekli bir fon yaratılıp, bu fon başarılı projelere belirli oranlarda aktarılabilir.

Maddiyat STK’lar için temel sorunların başında geliyor. Siz bu kadar STK’ya maddi olarak nasıl yetişiyorsunuz?

Kesinlikle, bir STK’nın ayakta kalabilmesi için maddi kaynaklara ihtiyaç var. Biz maddi olanaklar noktasında kaynakları olan ve bu alan için bir bütçe ayıran kurumlar veya kişiler üzerinden ilerliyoruz. Tabi bizler de derneğin gönüllüleri ve yöneticileri olarak kişisel mali katkılarımızı sunuyoruz.

Örneğin, Parıltı Derneği çatısı altında yılda yaklaşık bin 600 görme engelli çocuğu eğitime hazırlıyoruz. Bu çocukların her birinin kendi özel eğitmeni var. Eğitmenin ücreti, gerekli ekipmanlar ve eğitim verilecek yerlerin hepsi birer maddi gider. Bu sebeple para, sosyal desteğin öncelikli gerekliliklerinden.

Dernekler yaptıkları işler için makbuz keserler ve denetime tabidirler. Ayrıca parayı nereye aktardığınız da çok önemli. Sağlayacağınız şeffaflık, bağışçı olan/olabilecek kurumlar nezdinde yaratılmak istenen güvenin bir yansımasıdır. Benim dahil olduğum tüm derneklerde bu güvenin sürekli taze kalması önceliğimiz. Çünkü onlar olmazsa bu kadar fazla derneğe, dezavantajlı insana ve onlar için ortaya konan projelere ulaşmak zor olurdu.

Ancak şunu büyük bir samimiyetle söylemeliyim. Çeşitli vesilelerle bulunduğum Amerika, Fransa, İsviçre, İngiltere gibi ülkelerde fark ettim ki, insan gönüllülüğü yok. Bu yüzden memleketimin güzel insanları tabirini kullanıyorum. Türkiye toplum olarak gönüllülü, bizim bu kavramı kurumsallaştırdığımız yapı ise STK.

Yakın zamanda hayata geçirmeyi planladığınız yeni projeler, oluşumlar var mı?

Evet, bu sene hayata geçirmeyi planladığım birkaç projem var.

2020 yılında Şile’de çocuklar için bir diyabet köyü kuruldu. Türkiye’deki çocukların önemli bir kısmında diyabet sorunu var. Bu köyde çocuklara ne yenilir ne yenilmez, ne zaman insülin yapılması gerekir başlıklarını oyunlarla aktarmayı planlıyoruz. Diğer yandan bu sayede çocukları bir araya getirip yeni ilişkiler kurmalarını sağlamayı hedefliyoruz. Nisan ayında ilk çocuklarımızı köyde ağırlayacağız. Ve köye daha fazla çocuk almak için bir projemiz olacak.

Parıltı Derneği’ndeki çocuklarımla geçtiğimiz sene hayata geçirdiğimiz Hababam Sınıfı tiyatro oyununu bu sene yeniden sahneleyeceğiz. Bu oyunun bilet satışından elde edilen tüm gelir, eğitime aktarılacak.

Bir de istihdama yönelik bir tarım projemiz var. Ev ve köylerdeki kadınların istihdamına yönelik temel gıda tohumlarını eklemelerini sağlayacağız. Kadınları buna teşvik etmek için kitler hazırlayıp dağıtacağız. Bunun için belirleyeceğimiz pilot bölgede kadınlara toprağı işlemeyi öğreteceğiz.

Son bir projemiz de sağlıkla alakalı. Şu an Türkiye’de yüksek bir rahim kanseri sorunu var. Bu konuda sorunu olup, ekonomik geliri el vermeyen kadınlara Liv Hospital’da konferanslar veriyoruz. Biz sağlık projelerini çok fazla önemsiyoruz. Bu doğrultuda yine hastanede beyin tümörü, obezite eğitimleri sunuyoruz ve pandeminin yarattığı psikolojik tahribata yönelik destekler veriyoruz.

Son olarak Dünya Kadınlar Günü vesilesi ile kadınlara ve kadını asıl görünür kılacak olan platformlara ve kişilere mesaj ve tavsiyeleriniz neler olur?

Kadın hakları ve toplumsal eşitsizlik içimizde bir yara.

Gördüğünüz üzere her 8 Mart’ta kongreler, konferanslar, paneller düzenleniyor. Ancak bu etkinliklerin davetlisi olan kitle, hedef kitle değil. Bunları gerçekten eğitim düzeyi düşük bölgelerde yapabilirsek bir anlamı olur diye düşünüyorum.

Bugün erkek, ekonomik açıdan zayıfsa, iş hayatında mutsuzsa ve kadın da sadece ev kadını ve eğitimsizse, bu ekonomik sendromun içinde şiddet büyür. Bizim istihdama ihtiyacımız var. Eğer kadın iş yerine gidemeyecek bir aile dinamiğine sahipse emeğini evde üretime dönüştürebilir olmalı ama bunun için de kadının eğitilmesi ve desteklenmesi elzem. Ben, kadına şiddeti durdurmanın kadının ekonomik hayatın içine dahil edilmesi ile mümkün olacağına inanıyorum. Diğer yandan hukuk sisteminin de gerçekten adil, etkili ve caydırıcı olması gerekiyor.

Buradan bir de medyaya bir mesajım olacak, özellikle de görsel medyaya. Dizilerimiz ve filmlerimiz çok fazla eril bir dil, gerçeklikten uzak ve erkek egemen bir yansıtmaya sahipler. Elbette savaş, bilimkurgu ve diğer tüm kategorilerde yapımlar olsun ama bunların arasına eğitici, fark ettirici ve bilinçlendirici yapımların da eklenmesiyle yanlış rol modellerin önüne geçmesini sağlayabilir, kurgunun gerçek hayata yansımasına engel olabiliriz.

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir