Toprak Üzerinden Toplumsal Duruma Vurgu Yapıyorum

Arter’de sanatseverlerle buluşan son sergisinde 60 yıllık bir birikimi ve bu birikim üzerinden hem sanatındaki hem de toplumdaki değişimleri aktaran seramik sanatçısı Candeğer Furtun, şekil verdiği toprak ile senelerdir toplumsal duruma, birey ile toplum arasında zorluklara vurgu yaptığını söyledi.

Selen Ansen’in küratörlüğünde, üç yıllık bir hazırlık sürecinin ardından son sergisi ile sanatseverlerle bir araya gelen seramik sanatçısı Candeğer Furtun, bu sergide 60 yıllık birikimini, bilgisini, bakış açısını ve sanatı vesilesiyle toplumdaki değişimleri gözler önüne seriyor.

Son sergisini bahane edip dergimize konuk ettiğimiz Sayın Furtun ile hem 60 yılın ürünü sergiyi hem de geride kalan sürede sanatının nasıl şekillendiğini konuştuk. Toprak üzerinden senelerdir birey ile toplum ve zaman ile mekan kavramlarındaki değişimlere de vurgu yapan sanatçı, değişen sanatın yanında değişen ya da değişemeyen bireye ve topluma da değindi.

Son serginiz, 60 yıllık seramik birikiminizi ve bakış açınızı yansıtıyor. Bu birikim sizi hangi dönemler ve değişimler üzerinden aktarıyor? Eserlerin üretildiği dönemler itibarıyla toplumsal ve sanatsal bağlarını nasıl anlatırsınız?

Arter’de açılan retrospektif sergimde 60 yılı kapsayan seramiklerim sergileniyor. 10 yıllık dönemlerle açtığım solo sergilerimle o dönemlerin olaylarını, ruhunu yansıtmaya çalıştım. 1960 yıllarını kapsayan zaman diliminde, Amerika’da Rochester İnstitute, School for American Craftsmen’deki eğitimim sırasında o dönemin seramik sanatının geçirdiği evrimlere tanık oldum. Seramik sanatının geleneksel eğitim ve yapım egemenliğinden çağdaş seramik sanatına geçişinin sonuçlarını yakından takip ettim. Bu yıllarda seramiği etkileyen soyut dışavurum akımının, konstrüktvizmin, Japon seramiklerinin ve Zen felsefesinin etkileri benim 1963’te asistan öğretmen olarak ders verdiğim Worcester Craft Center okulunda açtığım ilk solo sergimde de görülüyor.

1963 yılı sonbaharında yurda döndükten sonra ikinci solo sergimi 1969 yılında Taksim Belediyesi Sanat Galerisi’nde açtım. 1960 yıllarında seramik sanatını etkileyen bu önemli akımları kendimce yorumlayarak hazırladığım seramiklerimi sergiledim.

1970 yılları sağ-sol çatışmaları içinde geçiyordu.1973’te açtığım üçüncü bireysel sergimde bu zıt düşünceleri; karşıt formları ve karşıt renkleri bir araya getirerek yansıtmaya çalıştım.

1980’ler ise darbenin etkilerini taşıyordu. 1980’de Maçka Sanat Galerisi’nde açtığım dördüncü şahsi sergimde ölüm temasını, baskının insanlarda yarattığı etkileri ve doğanın tahribatını vurguladığım seramiklerim ortaya çıktı.

1988 yılında açtığım beşinci solo sergimde ise darbenin getirdiği baskının insanlar üzerindeki etkilerini gövdeyi kullanarak vermeye çalıştım. Örneğin, insanların içe kapanması, birbirlerini görmezden gelmeleri ya da enerjilerini bir hareket anı için içlerinde saklaması gibi davranışları, tutumları yansıtmaya çalıştım.

1994 yılında yine Maçka Sanat Galerisi’nde sanatseverlere sunduğum altıncı sergimde ise o dönemde bireyin kayboluşunu, insanların yalnızlığını yansıtmaya çalışırken; o dönemde giderek artan ilmi ve tıbbı çalışmalar sonucunda insan gövdesinde yapılan araştırmalara ve gövdenin parçalara ayrıştırılarak kullanıldığına dikkat çekmek istedim. Bu nedenle bacak, kol ve elleri kullanarak parçaların önemini vurgulamaya çalıştım.

2010 yılında Maçka Sanat Galerisi’nde açtığım yedinci kişisel sergimde ise insanların artık kuralları görmezden geldiğini bazı işaretleri kullanarak yansıtmaya çalıştım.

Eğitiminizin bir bölümünü yurt dışında tamamladınız. 60 yıllık vitrinde “içerde -dışarda üretmek” noktasında bu mekânsal değişimler, sizin sanatınızda ne gibi bir geçişin parçaları oldu?

1959 yılında Güzel Sanatlar Akademisi seramik bölümünden mezun olduğum zaman, bir atölye açacak bilgiye sahip olmadığımı gördüm. O yıllarda seramik atölyemizde fırın, seramik boya çalışmalarımızı yapabilmek için çeşitli ham madde ve mineraller yoktu; yalnızca tek bir torna vardı. Bu nedenle Türkiye’de çıkan ham maddeleri ve mineralleri öğrenmek için özel izinle kimya fakültesinde bir arkadaşımla beraber çalışmaya başladım. 1960-1961 yıllarında Eczacıbaşı’nın seramik fabrikası bünyesinde açılan sanat atölyesinde sır yapımı ve pişirimini öğrenebilmek için işe koyuldum ancak burada da istediğim bilgileri tam olarak elde edemedim. Amacım hazır boya kullanmadan kendi boyamı üretmekti. Bilgimi genişletmek amacıyla Fulbright bursu ile eğitimimi tamamlamak üzere Amerika’ya gittim. Rochester İnstitute of Technology, School for American Craftsmen’in seramik bölümünde üç büyük fırın, her türlü ham madde, mineraller, oksitler ve her öğrenceye ait tornalar mevcuttu. Tüm bu olanakların yanı sıra zengin bir kütüphaneye sahipti. Bunları belirtmemin sebebi, o yıllarda içerde ve dışarda üretmenin sadece teknik bakımından bile ne kadar yetersiz ve zor olduğunu aktarabilmek. Diğer yandan Türkiye’de seramiğin geçirdiği evrimleri bilmek mümkün değildi çünkü bu bilgi ve materyaller ülkemizde henüz yoktu. 1960-1970 arasındaki bu eksiklikler günümüzde bile nispeten elde edilmiş durumda. Bu nedenle üretim, bilgi ve değerlendirme noktasındaki kıyasta hâlâ çok eksiğimiz olduğunu bilerek bir yorumda bulunmak gerekir.

Diğer yandan bu mekânsal değişimin benim sanatımda çok önemli bir yerde durduğunu belirtmem lazım hem teknik hem de bilgi ve düşünce bakımından.

Serginin üç yıllık bir hazırlık süreci oldu. Bu üç yılı nasıl aktarırsınız?

Açıkçası, 60 yıllık perspektifimi yansıtan bu serginin eserleri zaten hazırdı. Eserlerin seçimi ve yerleştirme çalışmaları küratörüm Selen Ansen ve Arter ekibi tarafından yapıldı. Bense bu üç yıllık hazırlık sürecinde geride kalan 60 yılı ve bu 60 yıllık birikimi aktaracağım kitabıma odaklandım.

Serginin basın toplantısında “İyi ki hiçbir eserimi satmamışım” ifadesini kullanmıştınız. Neden? Bu, her dönem kendinizi hatırlama, görme, eleştirme ve geliştirme yönteminiz mi?

Eserlerimi satmak istemememin nedeni her dönem kendimi hatırlama, eleştirme ve geliştirme amacını taşıyor. Sergilerim farklı bir dönemi yansıtıyor ve her bir parça aktardığım dönemin tamamlayıcısı. Bu bütünü parçalara ayırıp sattığımda, alıcıların açılacak sergilere aldıkları ürünleri verme konusunda çekingen olduklarını fark ettim. Bunu yaşamamak için retrospektif sergime kadar bu bütünlüğü korumak istedim. Bir yandan ortaya koyduğum tüm eserler üzerinden kendimi yorumlayan ilk ben olmak istedim diğer yandan izleyicilerin bütünü görerek yaptıklarımı daha iyi kavrayacaklarını düşündüm.

Sizden sonra eserlerinize ne olacak?

Yaşadığım sürece belli bir kısmının benimle beraber olmasını istiyorum. Benden sonra ailem bazı işlerimin kendilerinde kalmalarını isteyebilir veya beğendikleri yerlere verebilirler.

Eserlerinizde insan bedenini parça parça ele aldığınızı görüyoruz. Bu parçalar bize nasıl bir bütünlükten bahsediyor?

Açıkçası bu parçaları göz otomatik olarak bütünlüyor. Ben burada kafaları kurcalayan bir bütünlükten çok bir parçalanmaya dikkat çekiyorum. Burada bu parçalanmanın nedenini, toplu üretim gibi aynı oluşlarını, oturuş şekillerinin nasıl bir mesaj verdiği gibi meseleleri kavramak önemli.

Senelerce toprak üzerinden toplumu, toplum olabilmeyi aktardınız. Birey ve toplum arasındaki keskin çizgi ve zorluklar sanatla giderilebilir mi? Siz bu toplumsal huzuru ve birlikteliği toprak üzerinden ne kadar sunabiliyorsunuz?

Toprak canlı bir malzeme. Sizin hareketlerinize cevap verir; incelir, kalınlaşır, sizin verdiğiniz şekli alır. Hem duyarlı hem kırılgandır.

Ben, toprağın esnekliği ile senelerdir toplumun durumunu yansıtmaya çalışıyorum. Birey ve toplum arasındaki keskin çizgi ve zorluklar sanatla giderilebilir mi, diye soracak olursanız, pek mümkün olmadığını söyleyebilirim. Açıkçası ben, hep hayal ettiğimiz toplumsal huzurun ve birlikteliğin henüz oluşamamasından dolayı özellikle bu durumu vurguluyorum çünkü hepimizin temelde istediği şey bu.

Son olarak, 2022 yılında ne gibi projeleriniz olacak?

Şu an için ajandamda yeni proje ve planlarım bulunmuyor. 2022’den temel beklentim, ülkemin ve dolayısıyla dünyanın virüslerden kurtulması ve huzura ermesi.

“SANAT BİR MİRAS VE BU MİRASIN DEVAMI İÇİN ÇALIŞMAK GEREKİYOR”

Ben kendimi usta seramik sanatçısı Füreya Koral’ın sanatçısı olarak görüyorum. Aslında sadece ben değil, çağdaş seramik sanatının içinde olan herkes Füreya Hanım’ın devamıdır. Bir bütün olarak sanat, çağlar boyu devam eden, nesilden nesle aktarılan bir miras. Biz, Füreya Hanım’dan aldığımızı işleyerek yarına bırakıyoruz. Sonrası yarının mirasçıları gençlerde. Gençlerin bu mirası anlaması, araştırması, değerlendirmesi ve üzerine çalışması gerekiyor. Geçmişi incelemek ve değerlendirmek üzerine ekleyebilmek adına son derece önemli. Örneğin, Amerika’da seramikçiler geleneksel seramik sanatından çağdaş seramik sanatına geçişi yapabilmek için tüm medeniyetlerin seramik tarihini inceleyerek ve zamanın ihtiyaçlarına göre hareket ederek bu geçişi sağladılar. Biz de bunu yapabilmeliyiz, bunu yaptığımızda bahsettiğim bilgi ve malzeme eksikliğini de gidermiş olacağız.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir