Cem Karaca: “Türkiyeli Bir Rock Ozanıyım”

İlkim Karaca: “Cem, esasında bir tiyatro sanatçısıdır. O yüzden şarkılarındaki tiyatral yorum muhteşemdir. Sesi ve yorumu müthiş etkileyicidir. Söylediği her şarkıyı yüreğiyle söyledi. Şarkıları, türküleri, marşları ve ilahileri hep yürekten söyledi. Cem, kendisini ‘Türkiyeli bir rock ozanıyım’ diye tarif ederdi. Kartvizitinde ‘Sanat yapar’ diye yazardı. Rock müzik onun için bir hayat felsefesiydi.”

O, Türkiye’de güçlü bir rock kültürünün yaratılmasına öncü olmuştu ama sadece bu değildi. Çok yönlü bir sanatçıydı; besteciydi, şairdi, tiyatrocuydu ve sinema oyuncusuydu. Şarkıları hâlâ en çok dinlenenler arasında. Ancak o sadece şarkıları ile değil, attığı adımlar, söylediği sözlerle de çok fazla konuşuldu. Öyle ki, bu dünyadan göçüp giderken seneler evvel yediği iki yaftanın üzüntüsünü hâlâ kalbinde yaşıyordu. Sevgili eşi İlkim Karaca, bu iki olayın, son anına kadar muhabbetlerinin ve elbette şiirlerinin bir parçası olduğunu söylüyor.

Cem Karaca’nın bir vatansever ve Türkiyeli olmaktan büyük bir kıvanç duyduğunu ifade eden İlkim Karaca, 19 yıl önce aramızdan ayrılan Cem Karaca’yı onun deyimi ile “Türkiyeli rock ozanını” anlattı; aşk, mücadele, saygı ve özlemle…

 5 Nisan Cem Karaca’nın doğum günüydü; onsuz 19. doğum günü. Cem Karaca’sız bu süre sizin için nasıl geçti?

Cem’in sağ olduğu yıllarda birlikte kutladığımız doğum günleri çok mutlu geçerdi. Onun ardından her 5 Nisan’da hayranlarından özlem mesajları geliyor telefonuma ya da Instagram’a. Aynı şekilde vefat tarihi olan 8 Şubat’ta, Cem’in yurda döndüğü 27 Haziran’da ve nikah günümüz 21 Aralık’ta da Cem’i anmaya devam ediyorlar, Cem’in büyük ve vefalı hayranları. “Biliyorum, tarihin taş defterine bir çizik atmışım” derdi Cem. Sevenleri her zaman hatırlayacak eminim. Vefaları için hepsine çok teşekkür ederim. Benim için ise Cem’imi anmadığım bir gün bile olmadı gittiğinden beri. Sevgi, saygı ve hasretle geçti. Yokluğu büyük bir boşluk olarak sürecek.

Cem Karaca’nın eşyalarını onun anısını taşıyanlara hediye ettiğinizi belirtmiştiniz bir açıklamanızda. Peki, hiç Karaca’nın eşyalarının, eserlerinin ve aksesuarlarının sergilendiği bir müze fikrini düşündünüz mü?

Eskiden Cem’in anne-babasının da yaşadığı yer olan Bakırköy’deki Karaca Apartmanı’ndaki yuvamızı müze ev yapmayı çok istemiştim. Elimde olmayan sebeplerden dolayı maalesef gerçekleştiremedim. Çok yakın zamanda Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde yapılan “Saz ve Söz Türk Müziği Tarihi Sergisi”nde birkaç ay boyunca bazı eşyaları sergilendi. Onun dışında Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi’nde daimi sergilenen özel eşyalarından oluşan bir köşe hazırladım. Şu anda aktif olan sadece orası var. Zaman zaman bu gibi talepler geliyor; hemen hepsine katılım göstermeye çalışıyorum, Cem Karaca’yı yaşatmak ve gelecek nesillere de tanıtmak için.

Rock, Karaca için bir müzik dalı olmasının ötesinde düşünüş, dünyayı algılama ve yorumla şekliydi. Bir edebiyat, bir sinemaydı. En azından dinleyenlerde yaşattığı duygular böyleydi. Siz müzik adı altında icra ettiği işi onun cümleleri ile tarif edebilir misiniz?

Cem, esasında bir tiyatro sanatçısıdır. O yüzden şarkılarındaki tiyatral yorum muhteşemdir. Sesi ve yorumu müthiş etkileyicidir. Söylediği her şarkıyı yüreğiyle söyledi. Şarkıları, türküleri, marşları ve ilahileri hep yürekten söyledi. Cem, kendisini “Türkiyeli bir rock ozanıyım” diye tarif ederdi. Kartvizitinde “Sanat yapar” diye yazardı. Rock müzik onun için bir hayat felsefesiydi.

Cem Karaca’nın ölmeden önce hayata geçirmek istediği bir şey var mıydı?

Cem, mukadderata inanırdı. “Herkesin alnında son kullanma tarihi yazar, biz göremeyiz” derdi. Ölümden korktuğunu söylerdi fakat hiç ölmeyecekmiş gibi umutla yaşardı. Birlikte çok hayalimiz vardı. Mesela, bir Türk Müziği CD’si hazırlamak istiyordu. Repertuarı birlikte belirledik. Avni Anıl, Erol Sayan, Selahaddin İçli hocalarımla şarkı izinlerini almak için görüştük. Fakat CD’yi çıkartmak için bir müzik şirketi bulamadık. Nasip değilmiş, kayıt yapılamadı. Yuvamızda söylediğimiz şarkılar ve o repertuar bende hatıra kaldı.

Cem Karaca’nın son dönemini “derviş dönemi” olarak tanımlıyorsunuz. Bu nasıl bir dervişlikti? Sizce bu son dönemdeki tasavvufi ihtiyacı tetikleyen neydi?

Cem’le 17 Aralık 1997’de tanıştım. 8 Şubat 2004 tarihinde Pazar günü sabaha karşı yuvamızda uyurken fenalaştı ve kollarımda son nefesini verişine tanık oldum. Aslında birlikte geçirdiğimiz her an hem Cem’in geçmişine hem günümüze hem de yarınlarımıza tanık ediyormuş meğer. Cem, mazide kahır dolu bir hayat yaşadığını söylerdi. Başına gelenleri ve yaşadıklarını olduğu gibi bana anlatıyordu, böylece bir yandan da kendisiyle ve hayatıyla yüzleşmesine beni tanık ediyordu. Biz ilk günden beri birbirimize hep çok güvendik, inandık, sevgi ve saygı duyduk. Bu yüzden de çift olarak hep çok kıskanıldık. Sanılanın aksine Cem son zamanlarda tasavvufa merak sarmamıştı. Bu merakı çok eski zamanlarda başlamış ama vatandaşlıktan çıkartıldığı zaman daha da artmış ve derin okumalara, araştırmalara daha o zamanlarda başlamış. Cem, biz tanıştığımızda da bir yarı derviş gibiydi. Gönlünde önce ve daima Allah sevgisi vardı. Sonra bana olan sevgisi ve sadakati vardı. Yaşadığı hiçbir şeyden pişmanlık duymuyordu. Hepsinin alın yazısı olduğuna inanıyordu. Cem, “Babam çağırıyor” diyecek kadar kendi ölümünü hissetmiş bir dervişmiş meğer.

Cem Karaca, hayatına etki eden iki büyük iftirayı gördü; biri vatana ihanet, diğeri çok özlediği ülkesine döndüğü için yediği “dönek” yaftası. Bu iki olay Karaca’nın hayatında hep var oldu mu? Bu konular son dönemlerinin hâlâ bir parçası mıydı?

Vatansever ve Türkiyeli olmakla kıvanç duyan Cem Karaca’nın hayatında derin üzüntüler açan o iki iftira (vatan hainliği ve döneklik) maalesef hep var oldu. Ve hâlâ bu konuda internet ortamında ve sosyal medyada yanlış bilgiler dolaşıyor. Gerçek tektir, yorum çoktur. Tek gerçek; Cem Karaca’nın dürüst ve vatansever bir insan olduğudur. Vatandaşlıktan atıldığı andan itibaren “haymatlos” yani vatansız pasaportu ile yaşayan, hiçbir ülkenin vatandaşlık davetini kabul etmeyip, yalnızca kendi ülkesinin vatandaşlığını kabul eden bir sanatçı olduğudur. Cem, yaşadığı ve hissettiği her şeyi şiire döker, not alır veya bana anlatırdı. Ve evet, bu iki büyük iftiradan duyduğu yakıcı acıyı da yazmıştı birçok şiirinde, bazen şarkılarında gizlice.

“Bir yarım yüzyılı devirmişim

Ateşi görmüşüm

Hıyaneti sırtımda taşımışım

Anamı gömmüşüm

Uğrulanmışım gıyabımda

Beni benden almışlar”

Cem Karaca (Fani Rubai kitabi, sayfa 99)

Diğer yandan bu iki yazık olaya rağmen Karaca’nın cenazesini Türkiye’nin tüm kesimleri sahiplenmişti; sanatın, siyasetin tüm kesimleri. O an neler hissetmiştiniz?

Cem’in ani kaybı ile zaten büyük bir şok yaşamıştım. Maalesef, aynı gün hiç beklemediğim kişiler tarafından bana yaşatılan birçok acı daha oldu. Cenazede ise derin üzüntü ve kederden gözüm pek bir şey görmüyordu. Ama gerçekten de her siyasi görüşten insanları buluşturan bir cenaze töreni olmuştu, çok ama çok kalabalıktı. Cem ilk yazdığı şiirinde;

“Bir kazma ve bir kürek çalsın cenaze marşımı

İstemem çelenk falan filan

Dostlar şayet varsalar da gelmesinler

Neme lazım, yağmurlu olur hava”

Cem Karaca (Gazal kitabi, arka kapak)

demesine rağmen, son yolculuğunda onu seven yüzbinlerce kişi oradaydı.

Pek bilinmez ama Cem’in kollarımda son nefesini verirken söylediği son sözü “Allah-u Ekber” olmuştu ve tekbir ile de gömülmesi nasip oldu. Cem bana vefatından yıllar öncesinden alkışlarla değil, tekbirlerle gömülmek istediğini vasiyet etmişti. Ve bunu sık sık tekrarlardı. Bu yüzden tüm engelleme çalışmalarına rağmen, Cem’in bu vasiyetini vefat ilanında belirterek Cem’in tekbirlerle uğurlanmasını sağladım.

Ülkemizin alaşımı olan insanlar da -Cem asla insanlar için “mozaik” sözünü kullanmazdı- Cem’in yürekten ve samimi bu isteğini geri çevirmediler. Son yolculuğunda onu yalnız bırakmadılar; Cem’i tekbirlerle ve dualarla uğurladılar.

O kalabalıkta hatırladığım isimlerden biri de değerli bir siyaset insanı olduğuna inandığım saygıdeğer Muhsin Yazıcıoğlu’ydu. Bana çok naif ve güzel bir şekilde başsağlığı dileklerini iletmişti. Yıllar sonra kendisinin üzücü vefat haberini aldığımda ben de onun cenaze törenine katılmak için Ankara’ya gitmiştim.

Cem Karaca’yı doğru anlayıp saygı gösteren herkese buradan bir kez daha çok teşekkür ederim.

 Senelerdir Cem Karaca’nın hayatının film olacağı konusu gündemde. Medyaya göre, bu kez film 2023 sonunda geliyor. Aslı var mı?

Bu gibi haberleri ben de duyuyor ve sizler gibi medyada bazen görüyorum. Benim haberim olan bir proje henüz yok. İçime sinen bir proje olduğunda ben de film çekilmesini desteklerim tabii ki. Ama burada benim için asıl önemli olan Cem’in gerçek hayat hikayesinin beyaz perdeye olduğu gibi yansıtılması olur. Kurgusu çok yoğun olan ve Cem’in gerçek düşüncelerini yansıtmayan hiçbir projeye onay vermeyi düşünmüyorum. Zaten Cem de asla böyle bir şeyi istemez ve kabul etmezdi.

“Cem’imin Birçok Şiirini O Hayattayken Bestelemiştim”

Çok kişi bilmez ama ben bir bestekarım. Farklı formlarda 500’den fazla bestem var. Konservatuarda 80’li yıllarda başladığım sanat hayatıma Cem ile evli olduğum dönemde de geri planda kalarak devam ettim. Cem’imin birçok şiirini o hayattayken bestelemiştim, çok beğenmişti. Bir kadının kocasından övgü dolu sözler duyması çok büyük bir mutluluktur. “Sesin içime ağıyor İlkim’im” derdi. Birlikte şarkılar söylerdik. Cem’in, son albümünde yer alan şarkılarını bestelerken de yanındaydım. Cem beni bu hayatta çok mutlu etti, çok şükür. Cem’in ardından müzik ve edebiyatla daha çok ilgilenme fırsatım oldu. Yayına hazırladığım kitaplar -ki buna Cem’in şiirleri de dahildirve bestelediğim kendi şiirlerim ile yerli ve yabancı diğer şairlerin şiirlerinden oluşan şarkılar var. Yorumladığım şarkıları ve şiirleri dijital platformda yayınlıyorum. Şarkılar ve kitaplar benim yaşama sevincim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir