“Medya ‘Tüketimizm’i Kadın Üzerinden Sürdürüyor”

Descartes’ın “Düşünüyorum o halde varım” ifadesinin günümüzde “görünüyorum o halde varım”a evrildiğini ve görünmenin kadın halinin, medya tarafından bir tüketim trendine dönüştürüldüğüne vurgu yapan Prof. Dr. Edibe Sözen, medyanın iletişim dilinin eşitlikten uzak olduğunu ifade etti.

 Maltepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Edibe Sözen; kadının toplumdaki yerini, toplumsal tepki/tepkisizliği ve medyanın kadının eşitlik mücadelesinde oynadığı olumsuz rolü ve bunun yanında akademik yapı ile beşeri sermayenin mevcut durumunu değerlendirdi.

Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı etrafında şekillenen politikalarda yazılan güçlü kadın imajının, medya nezdinde ve toplumsal gerçeklikte bir tüketim nesnesi olarak konumlandırıldığının altını çizen Sözen, buna rağmen kadın mücadelesinin umut verici olduğunu belirtti. Türkiye’nin son yıllarda Ar-Ge tarafındaki ilerleyişinin gençler için yeni ekosistemler kurma yolunda büyük dönüşümler başlattığını aktaran Sözen, üniversitelerin teknolojik altyapısının ve uluslararasılaşmasının gençlerin isteklerine cevap verebildiğini söyledi.

Yazılı ve görsel medyada kadına atfedilen özellikler bir statü, güç, özgüven ve eşitlik ilişkisi kazandırmaktan çok uzak. Kadın, ülkelerin siyasal ve ekonomik gündeminden soyutlanarak feminen kavramlarla ele alınıyor. Neden medya toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bir hale gelemiyor?

Bir kısacık hikayem ile söze başlayayım. Bundan yıllar önce, uluslararası bir yolculuğum esnasında, yanımda, üzerinde ünlü süt ürünleri markalı gömleğiyle oturan kişiyi görünce dayanamayıp kendisine bir soru yöneltmiştim: “Çok yakın zamanda yenilenmiş reklam afişlerinizi ve billboard’lardaki kampanyanızı gördüm. Bu kocaman afişlerde hiç kadın yoktu” deyince; hiç unutmam, firmanın CEO’su “Daha öncesinde çokça kadın görseli kullandık ama bölgedeki kadın kuruluşlarından ve kadınlardan o kadar büyük tepki aldık ki bu kampanyada sadece sporcu erkekleri kullandık” demişti. Toplumsal tepki olmadan, medya özellikle kadını nesne olarak kullanma konusundaki ezberini hiç bozmak istemiyor.

Descartes’ın “Düşünüyorum o halde varım” ifadesi artık “görünüyorum o halde varım”a dönüşmüştür. Görünmenin kadın hali, tüketim trendleri doğrultusunda medya stratejilerinin temelini oluşturmakta; kadın, tüketimin nesnesi olarak konumlandırılmaktadır. Haberciliğin cinsiyetçi söylem ağında, kıyasıya kadınlara ait görseller yer almaktadır: Şiddet başta olmak üzere, foto galeriler, sağlık, obezite, depresyon, vs. konularının görsel kullanımlarında kadın bedeni ziyadesiyle kullanılmaktadır.

Global anlamda sivil, siyasi, kültürel ve iletişimsel alanlarda kadının konumu, esasen “toplumsal cinsiyet eşitliği” politikalarına uygun olması gereğiyle anılmakla beraber, maalesef medyadaki konumlandırma oldukça karmaşıktır. Bizim de tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmeler, Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi, BM CEDAW’a ek İhtiyari Protokol, Dördüncü Dünya Kadın Konferansı (Pekin Deklarasyonu), Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı’nda yer alan kadın haklarına göre, “kadının insan haklarını ihlal edenlere soruşturma açılmasından tutun da kadınların insan onuru noktasında, yayıncıların sorumlulukları düşünüldüğünde, medyaların da kadın-erkek eşitliğine göre yayın politikası geliştirmeleri gerekmektedir. Hal böyle iken, medyalar bir tüketim ideolojisi olan “tüketimizm”i kadın üzerinden var gücüyle sürdürmeye devam ediyor: Nereye kadar? Sanırım, bütün ideolojiler gibi “tüketimizm” de bireyleri yoruncaya kadar devam edecek.

Son yıllarda hem uluslararası kuruluşlar hem de yerel kuruluş ve şirketler nezdinde kadına yönelik yapılan çalışmaların bir sosyal sorumluluk projesi gibi ele alındığı görülüyor. Siz bunu nasıl okuyorsunuz?

Sosyal sorumluluk projelerini önemseyip, toplumsal katma değerinin yüksek olduğunu düşünenlerdenim. Sektörel bakış açılarıyla baktığınızda, mesela yereldeki girişimci kadınların ürettikleri ve sunuma hazır hale getirdikleri ürünlerin sektör dışı olduğunu düşünebiliriz. Bazı hizmetler, gönüllü faaliyetler sektöre katkıda bulunmuyor gibi algılanabilir. Schumacher’in “Küçük Güzeldir” adlı eserinde yer aldığı üzere, insan sermayeye değil, sermaye insana hizmet etmelidir ki tek başına bu ifade bile postkapitalizmin icaplarına bizi götürür. Sektörel alanlarda, kadın oranının artışı noktasında, kadın mücadelesi sürüyor, sürecek de. Ancak bunun yeterli olmadığını, özellikle karar alıcı mekanizmalarda kadın oranının artışını hepimiz arzu ediyoruz.

Sosyal medya kadının ekonomik özgürleşmesi ve görünür olması anlamında çok büyük bir araç haline geldi. Son yıllarda ana akım hareketlerden birine dönüşen kadın hareketinin küresel bir boyuta ulaşması ve hem toplumda hem de çalışma hayatında daha fazla rol alabilmesi noktasında sosyal medya platformları ne derece etkin olabilir?

Akademisyenlerin bir kısmı sosyal medya alanlarını “özgürlük sağlayıcı” alanlar; bir kısmı da “özgürlüklerin kısıtlandığı” alanlar şeklinde belirtirler. Ben, iki durumun da de eş zamanlı, paradoksal bir biçimde, birlikte var olduğunu düşünenlerdenim. Görünür olmak, hangi katmanlarla eşleştiğinde, özgürleşime ve özgürleşmeye katkıda bulunabilir? Ünlü teknoloji filozofu E. Morozov, nette yapılan aramalarda insanların “demokrasi, haklar, özgürlükler” gibi konulardan daha çok “diyet, eğlence, seyahat seçenekleri” ve benzeri konulara baktıklarını ifade eder ki, bu çok yerinde bir tespittir. Sosyal medya alanları da kadınlar için elbette birer “var olma” alanıdır. Temelde, eğitim süreçleri ve çalışma hayatında uzmanlaşma olmadan, kadın hareketlerinde mesafe kat etmek pek mümkün değil. Kadınlar, eskisinden daha fazla bir oranda çalışma hayatına katılmak istiyor, refahtan daha fazla pay almak istiyor, kendi sorunlarını kendileri çözmek istiyor ve biz kadınlar kamusal alanı kendi dilimizle, bilgi ve tecrübemizle yeniden inşa etmek istiyoruz. Bu türden gelişmelerin yanında, özellikle kadınları toplumda ötekileştiren uygulamalara da sıkça şahit oluyoruz. Göçmen kadınların yaşadığı sorunlar, onlara yönelik muameleler, savaş mağduru kadınların yaşadığı olumsuz koşullar peyderpey sosyal medyada yer almakla beraber, ne yazık ki ana akım medyalar bu tür sorunların çoğu zaman körükleyicisi olabiliyor.

Medyanın keyfi iletişim dili, toplumsal cinsiyet rollerinin şekillendirilmesinde nasıl bir engel teşkil ediyor?

Keyfi kullanım yanında, özensiz kullanım demek de mümkün. Emojilerin varlığı, söz yerine işaretlerle iletişim; büyülü kelimeler dünyasına adeta savaş açmış durumda. Sözlü anlatımlar sığlaştıkça, giderek vasatlaşan, sıradanlaşan bir dil kullanımı yaygınlaşıyor ve dil artık kadını ve erkeği benzeştiren bir biçimde kullanılıyor.

Toplum yapısı ile medyanın etkileşimi muhakkak. Medyanın kullandığı mesajlarda, toplumsal yapıdan etkilendiğini biliyoruz ya da tam tersi de mümkün. Bu noktada bir parantez de ulusal kanallardaki Türk dizilerine ve gündüz kuşağı programlarına açmak isteriz. Kadını yanlış lanse ettiklerinden dolayı çokça eleştiriliyorlar. Siz ne düşünüyorsunuz?

Şiddet ne yazık ki medyalar tarafından öğretilen bir süreç aynı zamanda. Medya şiddeti çoğaltıyor; artırıyor ve aşırılaştırıyor. İnsanlar artık bir toplumun şekil ve şartlarına uyum sağlamayı külfet görüyor. TV programlarına gelince, gündüz kuşağında yer alan bireysel hikayeler, maalesef toplumsalmış gibi aktarılıyor ki en büyük yanılgı da burada ortaya çıkıyor. İzler kitle ahuvah ederek programları izlerken, adeta kendi toplumsalına karşı şüpheye de düşüyor. Dizilerde ise iyi-kötü zıtlaşması olağan durumundan çıkarılarak, kötünün ve kötülüğün dozu artırılıyor. Kötücül kimlikler ekrana getirilerek kötülük neredeyse sıradanlaştırılıyor, bence en riskli olan durum da bu. Ancak, kabul edelim ki bütün bu programların arkasında iyi eğitimli medya elitleri var. Diğer meslek gruplarında olduğu gibi medya elitleri de “toplumsal sorumluluk duygusu”na sahip olarak kadını konumlandırmalı.

Beşeri sermayenin ne kadar değerli olduğunu, bunun da ötesinde elde tutabilmenin ne kadar önemli olduğunu son birkaç yılda daha iyi anladık. Bir akademisyen olarak akademi-kariyer-sosyal yaşam üçgeninde bakıldığında şu anki mevcut konjonktür nitelikli bir beşeri sermaye oluşturmak ve bunu elde tutmak için yeterli mi?

Başta üniversiteler olmak üzere, son yıllarda Ar-Ge ve Ür- Ge alanlarında ciddi gelişmeler kaydedilerek, genç insan gücü için yeni ekosistemler kurma yolunda büyük dönüşümler yaşandı. Akıllı kampüsler, melek yatırımcılar, girişimcilik merkezleri, teknoparklar, teknoloji transfer ofisleri, yapay zeka çalışmaları, robotik mühendislik alanındaki çalışmalarla ülkemizde ciddi mesafeler kat edildi. Bugün birçok ülke, beşeri sermayeyi daha iyi yönetebilmek için başta eğitim programları olmak üzere yeni birtakım düzenlemelerde bulunuyor. Günümüzde, Endüstri 4.0 uygulamaları, robotik uygulamalar başta “verimlilik” olmak üzere insan gücünü “akıllı yönetimler” ile birleştiriyor.

Şu anki konjonktüre bakıldığında, birçok ülkede yaşanan ekonomik krize rağmen, ülkemizdeki “girişimcilik” alanında yapılan çalışmalar, taviz vermeden ilerlemeye devam ediyor.

 Yeni nesil, teknolojik gelişmeyi ve uluslararasılaşmayı oldukça fazla önemsiyor. Çünkü bu nesil, olduğu yerden dünyanın her yerine ulaşabilme imkanına sahip. Üniversitelerimiz bu iki kriteri ne oranda karşılayabiliyor? Diğer yandan kariyer konusu da gençlerin en fazla tedirgin olduğu başlıklardan biri. Akademi-sanayi-kamu iş birliklerini de bu noktada değerlendirebilir misiniz?

Yüksek öğretim bağlamında ele alacak olursak eğer, uluslararasılaşma politikası öğrenci hareketliliği, akademisyen hareketliliği, ortak akademik programların oluşturulması, araştırma ve geliştirmedeki ortaklıklara dayanır. Yüksek Öğretim Kalite Kurulu (YÖKAK), başta uluslararasılaşma olmak üzere, farklı kriterleri de içine alarak her üniversitede incelemelerde bulunur. Teknolojik kısma gelince; akıllı derslikler, akıllı kampüsler, bilgisayar sistemleri, veri tabanları, e-kitaplar, videolar gibi teknolojik imkanlar olmadan bir üniversitenin fiziki koşulları sağlanamaz. Kariyer planlama merkezi, her bir üniversitede olması gereken birimlerden biridir. Her fakültenin kendi sunmuş olduğu sanayi-sektör ya da kamu iş birliği yanında, kariyer planlama merkezleri de başta Cumhurbaşkanlığı İnsan Kaynakları Ofisi’ne ulusal staj programlarına öğrencileri yönlendirmek yanında, farklı staj programlarının takipçisidir. Ayrıca, üniversiteler “gelişmişlik” kriterine uygunlukla kendi öğrencilerine “iş bulma” noktasında farklı eğitim modelleri geliştirmektedirler.

Yakın zamanda yeni plan ve projelerinizden bahsedebilir misiniz?

Yöneticilik yaptığınız zaman kendinize ayıracağınız zaman oldukça kısıtlı, hatta çok az. Yakın zamanda olmasa da uzun yıllardır tutmuş olduğum notlarımı derleyip, bir kitap çalışması yapmak istiyorum.

 

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir