“Sürdürülebilir Ekonomilerde Sermaye Gücü, Entelektüel Sermayeye Doğru Evrilecek”

Sürdürülebilirliğin çevresel, sosyal, ekonomik ve son yıllarda eklenen kültürel boyutları ile ele alınması gerektiğine vurgu yapan Dr. Murat Adil Salepçioğlu, Birleşmiş Milletler ülkelerinin taahhüt ettiği 2030 hedefleri kapsamında BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın çok büyük önem taşıdığını aktardı ve bu 17 amacın yaşanabilir bir gezegen ekseninde her bir devlet ve kurumu bağladığını belirtti.

21.yüzyılın en kritik ve en yoğunluklu kavramlarından biri olan sürdürülebilirliğin çevresel, sosyal ve ekonomik olmak üzere üç boyutta ele alınması gerektiğine vurgu yapan İstanbul Aydın Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi ve Kurumsal Yönetim ve Sürdürülebilirlik Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Dr. Murat Adil Salepçioğlu, Birleşmiş Milletler (BM) ülkelerinin taahhüt ettiği 2030 hedefleri kapsamında BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın çok büyük önem taşıdığını aktardı. Her biri kendi için ayrı bir ekosisteme dönüşen ancak birbirini bağlayan bu 17 amacın karbon nötr ve dolayısıyla yaşanabilir bir gezegen ekseninde her bir devlet ve kurumu bağladığını ifade eden Salepçioğlu, ülkemizin sadece sürdürülebilir bir gelecek değil, sürdürülebilir bir büyüme için de bu hedefler doğrultusunda hareket etmesi gerektiğine dikkat çekti.

Sürdürülebilirlik kavramını son birkaç yıldır bütün sektörler için sıkça duyuyoruz. Siz nasıl tarif ediyorsunuz? Ve sürdürülebilirlik için nasıl bir zaman diliminden bahsediyoruz? En çok hangi alanda etkili olmalı?

Sürdürülebilirlik bir sürecin devam ettirilebilirliği yeteneği olarak ifade edilebilir 21. yüzyılın ilk çeyreğindeki gelişmelere paralel olarak, kaynakların sömürülmesi, yatırımların yönü, teknolojik gelişmenin yönlendirilmesi, kurumsal değişimin uyum içinde olduğu ve insan gereksinimlerinin karşılanabilmesi potansiyelinin hem günümüzde hem de gelecek için korunduğu dengeli bir ortamda değişimin sağlanması olarak tanımlanabilir.

Bu alanda çalışanların birçoğu için sürdürülebilirlik birbirine bağlı etki alanları ile de tanımlanmaktadır; bunlar ana başlıklar itibarıyla “çevresel, ekonomik ve sosyal” sürdürülebilirlik boyutları olarak ortaya konulmuştur.

2005 Dünya Sosyal Gelişme Zirvesi’nde özellikle ekonomik kalkınma, sosyal gelişim ve çevrenin koruması temelinde sürdürülebilir kalkınma hedefleri belirlenmiş ve ekonomik, toplumsal ve çevresel olmak üzere “sürdürülebilir gelişme” kavramı da doğayı tahrip etmeden temel insan ihtiyaçlarının karşılanması için yerel ve küresel çabaların dengelemesi şeklinde özetleyebileceğimiz bir ifadeye dayandırılmıştır. Son zamanlarda, sistematik bir etki alanı olarak, üç boyutlu sürdürülebilirlik halkalarına dördüncü bir boyut olarak “kültürel sürdürülebilirlik” kavramı da eklenmiştir.

Özellikle Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler tarafından 2030 sonuna kadar ulaşılması amaçlanan hedefleri içeren ve bir evrensel eylem çağrısı olarak karşımıza çıkan Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA), diğer bir ifadeyle 17 başlık halinde belirginleşmektedir:

  1. Yoksulluğa Son
  2. Açlığa Son
  3. Sağlıklı Bireyler
  4. Nitelikli Eğitim
  5. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
  6. Temiz Su ve Sıhhi Koşullar
  7. Erişilebilir ve Temiz Enerji
  8. İnsana Yakışır İş ve Ekonomik Büyüme
  9. Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı
  10. Eşitsizliklerin Azaltılması
  11. Sürdürülebilir Şehir ve Yaşam Alanları
  12. Sorumlu Tüketim ve Üretim
  13. İklim Eylemi
  14. Sudaki Yaşam
  15. Karasal Yaşam
  16. Barış, Adalet ve Güçlü Kurumlar
  17. Hedefler için Ortaklıklar

Görüleceği gibi, etki alanları oldukça geniş olan ve 2030 yılı sonuna kadar hedeflenen SKA, her biri diğerinden önemli sahalarıyla sürdürülebilirlik için ayrı ayrı büyük bir öneme sahiptir. Ancak, günümüzde daha çok iklim değişikliği, karbon saydamlığı, küresel ısınma gibi parametrelere bağlı çevresel sürdürülebilirlik, nitelikli toplumlar ve toplumsal değişim parametrelerine dayanan sosyal boyutu ve sürdürülebilir finans başta olmak üzere, döngüsel ekonomi parametrelerine dayanan ekonomik boyutu da aynı derecede önem arz etmektedir.

Sizin ekonomi alanında farklı model önerileriniz var. Son birkaç yıldır da milli kaynaklarımız ve savunma sanayiimiz açısından önemli atılımlara imza atıldı. Yerli otomobilimiz TOGG’un üretimi ve satışı başladı. Bu önemli gelişmelerin sürdürülebilirliği için nasıl bir model uygulanmalı?

Üniversitemiz bünyesinde faaliyetlerini yürüten Kurumsal Yönetim ve Sürdürülebilirlik Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde, öncelikle yönetim ve organizasyon alanında “sürdürülebilir iş modelleri” üzerinde ve buna bağlı olarak da sürdürülebilirlik kavramının “ekonomik sürdürülebilirlik boyutu” üzerinde çalışmalarımıza devam ediyoruz. Tabi ki ekonomik, çevresel ve sosyal sürdürülebilirlik boyutlarını da göz ardı etmiyoruz. Örneğin, son yıllarda yaptığımız faaliyetler arasında yer alan “Sürdürülebilir Ekonomi Konferansı”, “Karbon Ayak İzinden Sosyal Parmak İzine Sürdürülebilirlik Konferansı” ve “Sürdürülebilir Üniversite ve Değişen İnsan Yönetimi Konferansı” ile sürdürülebilirliğin üç ana boyutu üzerine de çalışmalarımızı sürdürüyoruz.

Ancak gerek sosyal gerekse çevresel sürdürülebilirliğin gerçekleştirilebilir olması için önceliğin ekonomik sürdürülebilirlikten hareket etmesi gerektiği öngörüsünü paylaşmak isterim. Bunun arkasında da “döngüsel ekonomi” yaklaşımı yer alıyor.

Döngüsel ekonomi genel bir tanımlama ile kaynakları ekonomi içinde mümkün olduğunca uzun süre tutarken fiziksel kaynakların katma ve içsel değerini koruyan ve ham madde tüketimini, atığı ve değer zinciri risklerini en aza indirgemek amacıyla kullanım ömrünün sonunda değeri yakalayan bir piyasa ekonomisi olarak betimlenebilir. Bu çerçevede döngüsel ekonomi, mevcut endüstri ekonomisinde yer alan üretim, kullanım ve imha süreci yerine dönüşümü ve yenilenebilirliği esas alan bir kavram olarak belirginleşmektedir. İşte tam burada, ulusal kaynaklarımızın kullanılabilirliği, geri dönüştürülebilir ve yenilenebilir kaynaklara erişilmesi, başta enerji olmak üzere sanayi ve tarımsal üretimde verimliliğin artırılması, teknolojik devinimde gelişmiş yapay zeka tabanlı entegrasyonun artırılması gibi faktörler bağlamında son yıllarda gösterilen gayretler gerçekten önemli ivme kazanmaya başlamıştır. Ancak bunların henüz yeterli düzeye gelmediğini de ifade etmemiz gerekmektedir.

Yine son yıllarda görülen üst üste büyüme verilerinin, inovatif ve yenilikçi bir bakış açısıyla sürdürülebilir olması gerektiği gibi başarıyla devam eden ihracatımızın sürdürülebilirliği açısından da geleneksel üretim modelleri yerine dijitalleşme ve yeni ekonomi ekseninde ürün ve üretim modellerine geçilmesi, diğer bir deyişle, katma değerli üretim ve kalkınmaya dayalı bir büyüme yaklaşımının önemini bizlere göstermektedir.

Başta savunma sanayiimizde görülen bu yöndeki büyük gelişmelerin sanayi malı imalat, enerji ve gıda sektöründe de sağlanması önem taşımaktadır.

Bu bağlamda hem yüksek teknoloji kullanımı hemrantabiliteye dayanan ekonomiklik ve verimlilik artışı hem de öngörülebilir kalkınma ve döngüsel ekonomi çerçevesinde sürdürülebilirlik perspektifini ortaya koyarak, yapılacak üretim geliştirme ve Ar-Ge başta olmak üzere yeni yatırımlar ön plana çıkmaktadır. TOGG da bu doğrultuda önem arz etmektedir.

Büyüme, inovasyon ve rekabet edebilirlik açısından önem arz eden bu değişim ve dönüşüme yatırım yapılması ve bu sürecin, etkin, verimli ve hızlı bir şekilde uygulamaya devam ettirilmesi kaçınılmaz bir öneme sahiptir.

Sürdürülebilirlik kavramı bugün en fazla kurumsal dünya ile paralel ilerliyor. İş dünyasının büyük markaları bu alanda adımlar atıyorlar. Peki hem ülkemizde hem de dünya genelinde iş dünyasının büyük çoğunluğunu KOBİ’lerin oluşturduğu düşünüldüğünde kurumsal dünyadaki yatırımlar nasıl okunabilir?

Sürdürülebilirlik kavramının sevk ve idaresi, diğer bir değişle yönetişimi ve organizasyon tarafı olmazsa olmaz bir öneme sahiptir. Stratejik yönetim aşamalarının başında planlama ve organize etmek yer alır. Bunu uygulamaya geçirmek ve yürütmek gerektiği kadar kontrol evresi de nihai performans açısından önem taşır. Tüm kurum ve kuruluşların sürdürülebilirlik perspektifinin altında modern yönetim organizasyonu yaklaşımlarına dayanan stratejik bir yönetim sürecinin olması kaçınılmazdır.

İşletmelerin bu doğrultuda “yönlerini” belirlemeleri, hedef ve değerlerini saptamaları, süreç odaklı uygulama ve faaliyetlerini güncel ve çağdaş yöntemlerle geliştirmeleri, sonuç olarak risk yönetimini de odak noktaya koymak suretiyle nihai performansları doğrultusunda optimum bir kârlılığı öngörmeleri, sürdürülebilirliğin temel parametreleri olarak karşımıza çıkmakta ve kurumsal bir yapının önemini ortaya koymaktadır.

Günümüzde şirketlerin kurumsallaşması kadar markalaşması da büyük önem taşımaktadır. Ürün ve hizmetlerin sunumunda kurumları her zaman ön plana çıkaracak ilk kavram marka olmak durumundadır. İş dünyasında ve yeni tür girişimcilikte artık çok daha fazla etki odaklı modeller ve yaklaşımlar görüyoruz. Bu modellerin kurumsallık ile örülmesi gerektiği gibi söz konusu yeni yaklaşımların da markalaşma ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Günümüzün “yeni ekonomi” yaklaşımı içerisinde şirketler piyasa ekonomisine tabi olarak faaliyet gösteren gerek KOBİ’ler olsun veya gerekse büyük işletmeler ve iş ortaklıkları (JV şirketler) olsun, müşterileri için yeni değerlerler yaratan, çalışanları ile interaktif ilişkiler oluşturan, yeni iş yapma biçimleri geliştiren ve yönetim anlayışını yeniden kurgulayan firmaların başarılı olabilecekleri bir yapıya evrilmektedir. Değişen rekabet koşulları, teknoloji kullanımı ve yeni iletişim kanalları işletmelerin yeni ekonomiye uyumlarını gerekli kılmaktadır. Başka bir ifadeyle, sanayi toplumlarındaki “sermaye gücü”, bilgi toplumuna geçildiği günümüzde “entelektüel sermayeye” doğru bir değişim göstermektedir. Başta KOBİ’lerimizin de bu dönüşümü algılayarak, işletmelerimizin bu süreci yönetmeleri gerekmektedir. Bunun içinse, kurumsallaşma kadar, kurumsallaşan yapıların yönetsel standartlarının da uygulanması ve “kurumsal yönetişim ilkelerinin” şirketlerimizde uygulamaya geçirilmesi büyük bir öneme sahip olmaktadır.

Yeni ekonomi ve kurumsal yönetimin öne çıktığı bir küresel dünyada yatırımların dijitalleşmesi, sanallaşması ve hatta Metaverse ekseninde geliştirilmesi, Ür-Ge, Ar-Ge kadar değer yaratan teknolojilere yatırım yapılması, yazılımın başını çektiği Web 3.0, 4.0 hatta 5.0 arifesinde ve blockchain teknolojilerinin hakim olduğu bir ekonomik konjonktürde, Endüstri 4.0’a uygun bir yatırım konseptine sahip olunması kaçınılmaz olmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir